0 %

Paragraf Yorumları

Yorumlar yükleniyor...

Yorum Yap

21. BÖLÜM

Yazı Boyutu
100%

21. DEREN & NİL.

Bir insanı delirtmek için tek bir kötü gün yeter.

(Joker.)

O savunmasızken sen vahşiydin.
Şimdi o vahşiyken sen savunmasızsın.

O an Deren silahı öyle bir noktaya koymuştu ki ölmem için tek kurşun yeterdi. Silah tam kalbimin arkasındaydı ve kurşunun derimi parçalayıp kalbime saplanması bir saniyede gerçekleşirdi. Hayatından aldığım otuz günün karşılığında kalbimi benden bir saniyede alırdı ve yaşamım herkesin hak ettiğimi düşündüğü şekilde son bulurdu.

Şu an burada canice hislerle cinayet işlemeyecek kimse yoktu. 

İnsani bir davranış sergilemek için boğazıma sardığı koluna dokunup itmeye çalışırken, "Deren," dedim güç nefes alarak. "N'apıyorsun sen? Çıldırdın..."

Silahın namlusuyla sırtımı eşeleyip, "Kızım nerede?" diye bağırdı.

Gözbebeklerim bayılacakmışım gibi bir bulanıklıkla örtüldü ve aklımdan neyi, nasıl öğrendiğiyle ilgili binlerce ihtimal geçti. Feda'yı bulup buraya getirmiş, bana tuzak kurmuştu. "Yaralanmıştın?" dedim elini daha kuvvetle itmeye çalışarak. Bana karşı olan insaniyeti körelmişti, boğazımı tüm gücüyle sıkıyordu. Bana tanıştığımızdan beri ilk kez hak ettiğim gibi davranıyordu. "Sen... Anlamıyorum ne yapmaya çalıştığını."

"Bana daha ne kadar yalan söyleyeceksin? Ben ölene kadar mı?" Başını boyun açıklığıma yaklaştırıp kulağıma doğru fısıldadı. "Yoksa sen ölene kadar mı?"

Ancak inkâr ederek onun ellerinden kurtulabileceğimi düşündüm. Buraya kadar gelmişken her şey mahvolamazdı. "Kızını neden bana soruyorsun? Ben gerçekten anlamıyorum n'olduğu..."

"Sende gerçekten bir caninin kalbi varmış," dedi, dehşetle. "Nasıl fark edememişim?"

Bir caninin kalbi mi olur Deren?

Ateşse kül olur, buzsa erir yok olur.

İnkâr etmenin fayda sağlamayacağını anladığım bu an her şey gürültüyle üzerime devrildi. Bana bir ihtimali sormuyordu, şüpheden yola çıkmıyordu, emin şekilde kızının yerini soruyordu. Feda yerde, baygın şekilde ayaklarımın ucundaydı. O da bildiği kadarını anlatmış olabilirdi, artık yalanlamam yalnızca beni küçük düşürecekti.

"Deren, ben Nil'i..."

Bir silah patladı ve kulağıma doğru haykırdı. "Kızımın adını ağzına alma!"

Hangi silahın patladığını görmek için elime, vücuduma baktım ve bir acı da hissetmediğimde ikimizin silahının da patlamadığını anladım. Deren başını boyun açığımdan çıkarıp sol tarafa dönünce, ben de kocaman gözlerimi oraya çevirdim.

Noah, korkutucu şekilde üzerimize yürüyordu. 

Ve bu sırada, "Kardeşimi bırak!" diye haykırıyordu gözü dönmüş halde. 

"Se... seni mi vurdu?" diye bağırdım arkamdaki Deren'e dönmeye çalışarak ama boğazımı tutuş şekli buna izin vermiyordu. O silahı boşluğa mı yoksa Deren'e mi sıkmıştı? 

"Sen kimsin lan?" diye bağırarak karşılık verdi Deren abime.

İşte bu saniyeden sonra hiçbir planım yoktu. Bu karmaşıklığın karşısında kendimi biraz bile hazırlamamıştım. Bundan sonrasında beni sadece içgüdülerim yönlendirecekti. Sanırım ki bu yüzden elim abimi durdurmak için havaya kalktı ve beni kalbim konuşturdu. "Abi, sakın bir şey yapma! O... silahı sıkma. Yanlış anlıyorsun, Deren bana hiçbir şey yapmayacak. Lütfen silahın namlusunu ondan çek."

Deren beni vücuduyla itip sarsarak, "Abin mi?" diye sordu. Hiddeti öyle bir boyuttaydı ki konuşurken dişleri gıcırdıyordu. "Tabi ya abin... Abinle, ailenle yaptınız bu işi, kızımı beraber kaçırdınız!"

Nil'i kaçırmamızın bir mafya işi olduğunu mu düşünüyordu? Ailemle beraber yaptığımı, hatta belki de Nil'i satmak için kaçırdığımızı düşünüyordu. Ve ayrıca... O İtalcan'ca mı biliyordu? Doğru, bir korumaydı ve daha önce sorduğumda belki, diyerek geçiştirmişti.

Abimin, "Karmen'i çabuk bırak!" Diye bağrışını yeniden duyunca panikle ciğerim büyüdü, derim neredeyse çatlayacaktı. Deren, beni uzaklaştırıp İtalyan'ca şekilde, "Yaklaşma, vururum," dediğinde kendim için değil ama abimin bunu duyduktan sonra yapabilecekleri için korktum.

"Kimsin sen? Karmen'den ne istiyorsun?" dedi abim, gördükleri karşısında yaşadığı ölümcül nefret kaşını kaldırışından bile belli oluyordu. "Onu bırak, sağ şekilde yanıma gelsin, sonra sorunun neyse konuşuruz."

Hayır... Beni bıraktığı an Deren'i vururdu. Abimden bahsediyorduk, tabii ki yapardı. Deren'in bir kurşun yiyerek yere düşüşünü hayal bile edemiyordum. 

"Sen... Beni mi takip ettin Noah?" dedim, vurmaması için kafamı Deren'in kafasının önüne sabitlemeye çalışarak. 

Abim, "Gece eve gelmemenden sonra ne bekliyordun!" Diye cevap verdi. 

"Bu benim sorunum, lütfen git," dedim, her şey karmakarışık olmuştu, onu gönderirsem en azından Derenle bire bir halletmeye çalışırdım. Doğrusu hâlâ şoktaydım. Nasıl, anlamıyorum nasıl öğrenmişti?

Noah, "Ne gitmesi, elbette gitmeyeceğim," diyerek delirmişim gibi bana tepki gösterirken, Deren'de, "Tabii ki gitmeyecek," dedi Türkçe, sanırım konuştuklarımızın bazılarını anlıyordu. "Kızımın nerede olduğunu söyleyeceksiniz!"

Abim onun ne dediğini çıkaramayıp, "Karmen," dedi bana, neler oluyor dercesine. "Bu adam kim? Sana nasıl böyle davranır? Neden bana onu vurmamamı söylüyorsun?"

"Çünkü ben hatalıyım!" Diye bağırdım, Deren'in kolunu daha sıkı tutup itmeye çalışırken. Fakat abimin gözleri oraya kaydığında bunu yapmayı bırakıp elimi cebime attım, yolun sonuna geldiğim için telefonumu yavaşça çıkardım. "Arkamdaki adam sadece öfkeli, canı yanıyor ama bana bir şey yapmayacak abi."

"Ne yaptın ki?" dedi abim ama hemen sonra kafasını iki yana salladı. "Bu... şu an fark etmez. Hatan neyse konuşulur, sana silah doğrultamaz. Bağırıp duruyor, seni boğuyor! Elindeki silahı süs diye mi tutuyorsun Karmen? Şu ite haddini bildirsene!"

Gözlerim sağ elimde tuttuğum silaha kaydı ve onu Deren'e karşı kullanmak zorunda kalmamak için ikinci kez düşünmeden silahı ileriye fırlattım. Sonra da çıkardığım telefonu kırılması için fırlattım.

Noah, "N'apıyorsun?" diyerek dehşete sürüklenirken, Deren'de parçalarına ayrılan telefona bakarak alaycı şekilde güldü. "Kanıtları ortadan kaldırıyorsun öyle mi? Fark etmez Karmen, ben senin yaptığını biliyorum." Gülüşünden hiçbir iz kalmadan silahı çekip çekip bastırdı sırtıma. "Şu abini kurşun manyağı yapmadan önce kızımın yerini söyle! Yoksa siker atarım ikinizi de!"

"Kardeşime bağırıp durma! Karmen, sana ne diyor?"

"Kızım diyorum!" Deren bu kez başını Noah'a çevirip sırtımda tuttuğu silahın hedefini de değiştirdi ve ona doğrulttu. Ve o saniye, Deren'i abime, abimi de Deren'e karşı nasıl koruyacağımı bilemedim. Kaos anıydı. "Kızımı bana verin! Kızımı kaçırdınız! Kardeşinin ölmesini istemiyorsan derhal Nil'i getir!"

Deren İtalyan'ca konuşuyordu ama telaffuzu sıkıntılıydı, kelimeleri mükemmel şekilde çıkarmıyordu. Fakat abim cümleyi anladı ve o cümlenin içinde geçen Nil'in adını duyunca, "Kaçırma mı?" diye sordu gözlerime bakarak. "Nil senin kızın mı?"

Deren'in abime doğrulttuğu silah eliyle beraber titredi ve başımın arkasında heyecanlı bir nefes verirken, "Evet, Nil," dedi. "Evet benim kızım! Nerede o? Sen de tanıyorsun işte!"

Abim, evet manasında kafasını sallayıp Deren'in silah tutan elini kontrol ederken, "Tanıyorum," diye itiraf etti. Deren'in kelimelerinin derinime kadar indiğini söylemiştim, meğer benim ve benimle ilgili kelimelerde onun derinine inebilirmiş. O kadar derinine iner ki, yok olur, yok olurum... "Karmen'i bırakıp bana doğru gelirsen yerini söylerim."

Noah'ın söylediklerini duyunca beni ikinci kez hislerim yönetti ve bu kez beni bırakmaması için Deren'in kolunu sıkıca kavradım. "Hayır, sakın gitme! Bırakma beni!" Abime de itiraz eden gözlerle baktım. "Noah, onu vurmak için yapıyorsun. Kes şunu! Git diyorum buradan, ben halledeceğim!"

Deren'in bakışları abimden bana yönelirken, Noah'ı kafa karışıklığı ele geçirdi. "Adam sana silah tutuyor, neden kurtulmak yerine bana bağırıyorsun sana yardımcı olduğum için?"

"Çünkü ben haksızım, onun vurulmasını istemiyorum." Dudaklarımı sessizce kıpırdatarak per favore, diye fısıldadım. lütfen

Deren elindeki silahı her an sıkabilirmiş gibi bir delilikle etrafa sallarken, "Beni insanlıktan çıkartmayın," diye kükredi. Kalbi, göğsü o kadar sıcaktı ki... onu cehennemden bir şeytana çevirerek çıkardığımı iliklerime kadar hissettim. Silahını tekrar bana çevirip şakağıma yasladığında, henüz öpücüğünün izinin bile kurumadığını fark ettim. "Seni şimdi öldüremem, bunu biliyorsun; çünkü kızımın yerini söyleyeceksin. Ama abini öldürürüm, beni öldüremesin diye de seni kalkan olarak kullanırım, bir bok yapamaz. Yapsa da bana artık hiçbir şey koymaz! Bana kızımın yerini söyle Allah'ın cezası!"

Noah ileriye çıkıp, "Kardeşime bağırma!" Diye bir daha yeri göğü birbirine kattı.

"Bağırmak mı? Ben dünyayı sizin başınıza yıkacağım!" Dedi Deren ve bunu söyledikten sonra silahı körlemesine ateşledi. Bir çığlık atıp elimi kulağıma kapattım ve kurşun Noah'ın omzuna denk geldiğinde vücudum ileriye atıldı. Noah geriye doğru sersemleyip elini omzuna götürürken nefesi kesildi ve öfkeyle yarasını kontrol ederken, Deren silahıyla şakağıma vurup kulağıma doğru tısladı. "İkinci kurşunu kalbine sıkarım, abinin ölmesini izletirim sana!"

"Bırak," diye çırpındım. "Bırak beni, yarasına bakacağım!"

"Olmaz bebeğim, sen yalnız benim hemşiremsin," dedi silahın namlusunu saçlarımın arasından kaydırarak. "Tabi hemşireysen."

"Noah," diyerek onunla göz teması kurmaya çalıştığımda abim bakışlarını bana odaklayarak üzerindeki ceketi çıkarmaya başladı. Silahını hâlâ Deren'e doğru tutarken, ceketini çıkarıp yarasının üstüne bastırdı. "Kumaşı bastır, kanı yavaşlat! Deren, bırak..." bir ayağımı arkaya, Deren'in bacağına vurmaya çalıştığımda, "Kızımın yerini söyle," diyerek cümlemin arasına girdi.

"İyiyim Karmen," dedi Noah, yüzüne kızarıklık basarken gözleri Deren'e kilitlenmişti.

"Söyleyeceğim!" Diye bağırıp yüzümü arka çevirdim ve Deren'i bir caniyle karşı karşıya getirdim. Ve yalnız ufacık anda bana yaslı duran silahın kendi silahım olduğunu anladım. Bu, Deren'in gerçek yüzümü gördüğü ilk andı. İnsanlar gerçekten birbirlerinin hayatına mutlu etmek için girip öldürerek de çıkarlarmış değil mi Deren? "Abimi bırak, seni Nil'e götüre..."

"Kızımın adını anma lan anma! Söyleme, kızın de, Nil deme! Onun masumiyetine dokunma!" Çıldırmış gibi silahın namlusunu şakağıma vurarak, ağzını kocaman açarak konuşuyordu. Yüzü bu kadar yakındayken, nefes nefese konuşurken, cinnet geçirirken gözleri kapkaraydı. Sol gözü çok şiddetle seğiriyordu ve kafama yasladığı için başım yana düşüyordu. "Sana bakmaya daha fazla tahammül edemeyeceğim, bir an önce kızımın yerini söyle!"

Bana gerçekten ilk kez hak ettiğim gibi davranıyordu.

"Söyleyeceğim," dedim duygularım donmaya başlarken. "Abime bakmama izin verirsen söyleyeceğim."

Yüzüme biraz daha yaklaşınca kendimi gözlerinin tam içinde hissettim. O kadar büyümüştü bakışları. "Abine bakmayacaksın, kızımın yerini söyleyeceksin."

"Onu yaraladın," dedim.

"Daha hiçbir şey yapmadım."

Silahın namlusunu daha sert bastırınca, ne anlatmak istediğini anladım ve hâlâ az nefes alırken, "Bari ambulansı ara," dedim. "Biz giderken abim için gelsinler, abimi kendi başına bırakıp gidemem."

Noah, "Karmen," diye seslendiğinde ve bize yaklaşmaya çalışan adım seslerini duyunca başımı arkaya çevirmeye çalıştım. Deren'de gözlerini omzumun üzerinden arkaya çevirip İtalyan'ca, "Beni vurmaya çalışma, kurşun kardeşine gelir," dedi, vücudunu benimle kapattığı için. Abime dönebildiğimde üzerindeki ceketi yaranın altına sertçe bağladığını, silahını hâlâ Deren'e tutarak salladığını gördüm. "Karmen'i bırak, ne sorunun varsa beraber halledelim."

"Sen git yaranı hallet piç," dedi Deren adeta tükürüyormuş gibi ve abimin gözlerinde cehennem ateşi ortaya çıkarken boynumu sıkmayı bıraktı. Fakat ben daha derin bir nefes alamadan silahı kafamda tutarak beni çıkışa sürüklemeye başladı. Abim yarasını görmezden gelmeye çalışarak üzerimize yürürken, "Arabana atlayıp caddeye çık," dedim ona, ellerimi durması için kaldırarak. "Birisini çevirip yardım iste Noah. Yaran derin değil ama terlemeye başladın, bilincini kaybedebilirsin. Peşimden gelme, ona kızını verip döneceğim, eve geleceğim."

Deren, "Bebeğim rüya görüyor," diye fısıldadı.

Yalnızca Noah'ın beni anlayıp anlamamasıyla ilgileniyordum ama abim beni duymamış gibi üzerimize yürüyordu. Deren'in tahammülü kalmamıştı, bir kurşun daha sıkmayacağından emin değildim. Beni çıkışa doğru sürüklerken, "Seni böyle bırakamam," dedi Noah ve Deren'e bağırdı. "Karmen'i bir daha kimsenin incitmesine izin vermem."

"Biliyor musun?" dedi Deren. "Birkaç gün önce seninle aynı şeyleri düşünüyordum." Ve silahını boşluğa doğru, adresi belli olmadan sıkıp küfretti.

Birkaç gün önce mi öğrenmişti? Dün gece sevişirken biliyordu. O zaman neden...

"Noah, uzak dur!"

"Lanet herif!" Diye silahını tekinsizce elinde salladı abim ama Deren'in önünde ben olduğum için kurşun sıkamadı.

Deren, "Hepinize sıra gelecek," diyerek benimle döndü ve bakışlarım rastlantı sonucunda kapıyı bulunca vücudum dondu. İlk birkaç saniyeyi hareketsiz geçirdim ve başıma dayalı silahın titremesinden anladığım üzere Deren'de şaşkına döndü. Ve Noah'ta sessizleşmemizin sebebini görmek için kapıya baktı.

Utku, derin bir kaş çatışla bizi izliyordu.

Teşekkür ederim Tanrım, beni gerçekten cezalandırıyorsun.

Ne zamandır orada olduğunu bilmiyordum ama gördüklerine bir açıklama getiremediği için konuşamadığı açıktı. Bizim de kendisine baktığımızı fark edince elini kaldırıp beni gösterdi. "Abi?" dedi tek solukta. "N'apıyorsun? Silahını... Neden Karmen'e tutuyorsun? Delirdin mi sen? İndir silahını!"

Deren, "Senin burada ne işin var?" dedi boğuklaşan ses tınısıyla.

Utku bir anda olduğu yerden koşmaya başladı ve yanımıza doğru gelirken, "Karmen yaralandığını söylediği için geldim," dedi. "N'oluyor burada? Niye Karmen'i öyle tutuyorsun?" Deren hırıltılı nefesle alırken Utku yavaşlayarak az ilerideki abime baktı ve onun tuttuğu silahına kaş çattı. "Sen de kimsin? Ne dönüyor burada?"

Abim Türkçe konuşulduğu için yeterince şey anlamadı ama sanırım Deren'in gözlerindeki korumacılığı görmüş olmalı ki, yavaşça Utku'ya yaklaşmaya başladı. Derenle aynı anda, "Hayır!" Diye bağırdık ama abim onun için çok kolay bir manevrayla Utku'yu boğazından yakalayıp kendine çekince kelime dudaklarımda tutuştu. Deren'in vücudu kontrolsüzce titremeye başlarken, Utku aldığı darbe karşısında bağırıp abimin kollarından çıkmaya çalıştı. "Bırak beni, sen kimsin lan!"

Noah Deren'in yüzünün aldığı ifadeye gülerken, "Sanırım bir yakının," diye fısıldadı ve başını eğip Utku'nun yüzüne baktı. "Benziyorsunuz da. Hem de epey."

Deren öyle canhıraş bağırdı ki, neredeyse kulaklarımı patlatacaktı. "Onu bırak, bu işe karıştırma!"

"Sen de kardeşimi bırak!"

Utku ile birbirimize kaygıyla baktık.

"Abi," dedim ellerim hâlâ havada, Deren'i korumak için dururken. "Sakın Utku'ya bir şey yapma, onun bunlarla hiçbir alakası yok. Çocuğu derhal bırak, ona bir şey olursa yalnızca Deren'i değil, beni de yıkmış olursun."

Deren kulağıma doğru, "Onu ikna et," diye bağırırken, Utku'da kafama yaslı silaha bakarak, "N'oluyor?" dedi bir daha. "Abi, bıraksana yengemi, neden böyle davranıyorsun?"

"Ona böyle söyleme," dedi Deren, dakikalardan sonraki en hafif ses tonuyla. "Niye buraya geldin ki sen? Neden? Seni de kandırdı işte!"

Utku abisinin çaresizliği ve nefretini sezerek Noah'ın kollarından kurtulma isteğini bırakırken, "Anlamıyorum," dedi, sesi şimdi üzgündü. "Karmen, neler oluyor? Oyun falan mı çeviriyorsunuz?"

"Yaa, oyun," dedi Deren, sadece bu kelimeyi çekip alarak.

Önceliğim Utku'yu Noah'ın ellerinden kurtarmak olduğu için abimin gözlerinin içine bakarak, "Bırak," diye yineledim. "Bırak o buradan gitsin, Derenle ben de gideyim. Sonra Deren seni bana geri getirecek abi..." gözlerimi hafifçe arkaya kaydırıp Deren'i görmeye çalıştım. "Değil mi Deren? Bana hiçbir şey yapmayacaksın."

Dişleri arasından soluyarak gözlerini ölümcül şekilde kıstı. "Kıyabilir miyim hiç?" dedi bariz bir alaycılıkla. "Tamam, geri getireceğim."

Noah inanmayarak silahın yönünü Utku'ya çevirince, "Abi!" Diye kızdım yüksek perdeden. "Sana ne diyorum? Bana kulak ver."

"Sen onunla gideceksen bu çocuk benimle kalacak," diye şart koştu abim sert bakışlarını Deren ile benim aramda gezdirerek. "Seni getirdiğinde ben seni alacağım, o da kardeşini. Bence yeterince adil."

Deren karşı çıkarak, "Kardeşimi bırakacaksın," dedi.

"O zaman sen de benimkini!"

İkisinin gür sesi boşlukta yankılanarak ikinci kez kulaklarıma döndüğünde gözlerimiz bir daha Utku ile birleşti. Noah'ın kolunu itmeye çalışırken başındaki silahı hiç umursamıyordu. Ona, "Canım, sana bir şey yapmayacak," diyerek abime kafa salladım. "Tamam, kabul. Utku burada seninle kalıp yarana baksın, ben de Deren ile gidip yapmam gerekeni yapayım. Sonra geldiğimde Utku abisiyle gider, ben de seninle."

"Kabul falan değil! Sen neysen abin de odur! Kardeşimi onunla bırakmam!"

"Deren," diye sinirle çığlık attım. "Başka şansın yok görmüyor musun? Ben seninleyken Utku'ya hiçbir şey yapamaz."

"Ya abi neler oluyor?" diyerek kurtulmak için Noahla boğuştu Utku ve Deren bunu görüp bir kurşun kazasının yaşanmaması için, "Tamam," dedi hızlıca. "Tamam, böyle anlaşıyoruz. Karmenle gideceğim ve döndüğümde Utku'yu alacağım."

Abimin alnından terler süzülmeye başlamıştı. "Tamam, anlaştığımız gibi."

"Utku, bir süre burada kal, gelip seni alacağım," dedi Deren ve beni, arkasını dönmeden geriye doğru sürüklemeye devam etti. Kapıya ulaştığımızda, "Nereye?" diye sordu Utku. "Abi, şu silahı Karmen'in kafasından çek, bir kaza olacak!"

Abimin yüzü beni telaşlandırdığı için, "N'olur abimin yarasına bak," dedim Utku'ya. "Sana bir şey yapmayacak, onunla boğuşma."

"Abin?" dedi Utku, tekrarlayarak. "Neden abin bana, abim de sana silah tutuyor?"

Deren beni kapıdan dışarıya, serinlemiş havaya çıkarırken, "Çünkü gerçekleri öğrendim," dedi. "Nil'i bu mafya bozuntuları kaçırdı!"

Deren kapıyı çarpıp kapatmadan önce Utku'nun beyazlayan yüzünü gördüm ve gözümden bir damla yaş düştü. Kapı kapanıp onun yüzünü görmemi engellediğinde de, "Hayır!" Diye bağırarak peşimizden seslendi. "Abi, bir yanlışın vardır, saçmalama! Sakın Karmen'e bir şey yapma, Nil'i organ kaçakçıları kaçırdı."

Gözlerinin önündeki gerçeklere rağmen beni böyle savunması ayaklarımın orada kalmasını sağladı. Deren beni, kafamda bir silahla sürüklemesine rağmen gözlerim sanki Utku'nun itiraz eden, bana inanan gözlerine bakıyordu. 

Canımın bir daha yanmayacağını düşünmüştüm.

"Utku'nun sana olan sevgisini hak etmiyorsun," dedi Deren, silahının namlusunu tekrar kafama iterek.

Hiçbir karşılık vermeden onun sürükleyişine göz yumdum ve beni arabasının yanına götürüp kapıyı açtı. İte kaka koltuğa oturtup kapıyı çarptıktan sonra şoför koltuğuna yerleşti ve kapıları kilitleyip silahı dizine bıraktıktan sonra birkaç saniye yandaki depoya baktı. Utku'yu abim kadar tehlikeli birisiyle bıraktığı için hâlâ tereddütlüydü fakat abim ona bir şey yapmayacaktı, çünkü ben Derenle beraberdim.

"Noah Utku'ya bir şey yapma..."

"Abinin de senin de canım cehenneme," dedi ve ellerini direksiyona çarpıp gözlerini, yüzünü bana hiç çevirmeden, "Nerede?" diye sordu. "Kızım nerede? Nil'in yerini söyle."

Zihnim körelmiş şekilde, "Nasıl?" diye sordum ama devamını sormama izin vermeden, "Nerede?" diye tekrarladı. "Nil'i nerede saklıyorsun?"

Yumruklarım dizlerimin üzerinde kaskatı olurken, "Kimden ne duydun?" diye fısıldadım Derya'nın adını vermeden. Aklıma gelen ilk şüpheli oydu. "Kim sana ne anlattı da beni suçluyorsun? Bilmediğin şeyler var, ben Nil'e zarar verme..."

Araba bir anda sert bir frenle durdu ve ardından Deren o kadar hızlı hareket etti ki, beni koltuğumdan çektiğinde ellerim son anda koltuk arasındaki boşluğa yapıştı. Gözlerimin içine bakarak, parmaklarını acıtarak omuzlarıma geçirdi. "Nil'in yerini biliyor musun?"

Gözlerine kim bilir bir daha ne zaman bu kadar yakından ve derinden bakacaktım acaba? O an bana ne kadar acımasız, tiksintiyle baktığının bir önemi yoktu. Yalnızca son kez yakın olduğunu hissettiğim gerçeği vardı. Dudaklarım dudaklarının önünde titrerken, "Evet," diye itiraf ettim.

Bu kelime dudaklarına çarpınca kanı çekilmiş gibi oldu. "Hep mi sendeydi?"

Onu ve kendimi özgür bırakarak, "Evet," dedim bir daha.

"Allah senin belanı versin!" Deyip dokunmaya dayanamıyormuş gibi öyle bir itti ki beni, geriye kayıp kafamı cama çarptım. Donup kaldım ve elimi kafama götüremeden gözlerimi kırptım. "Bu kadar aptal olduğum için Allah benim de belamı versin!"

İsterik şekilde, "Sandığın gibi değil," dedim.

"Ben bir şey sormadıkça konuşma, anlamıyor musun bunu!" Yumruklarını direksiyona çarpıp koltukların arasındaki boşluktan eline ne geldiyse tutup elinin tersiyle bana doğru fırlattı. Paket sigara ve kalem omzuma çarpıp üstüme düşünce gözlerim sakinlikle onların düşüşünü izledi. "Sadece Nil'in nerede olduğunu söyle."

"Polonezköy," dedim gözlerimi ondan ayırmadan.

Parmaklarını direksiyona sabitlemeye çalıştı ama elleri kaskatıydı, hareket ettirmesi zaman aldı. Sessizce geçen o saniyelerde etrafın varlığı netleşmeye başlamıştı. Deren kafasını kaldırıp dikiz aynalarına baktıktan sonra arabayı çalıştırıp direksiyonu çevirdi. Yüz metre kadar ilerleyip kavşaktan döndü, gözlerini ön yoldan ayırmadan hızı iki yüze arttırdı.

Gerçekten Derya'mı söylemişti? Ama birkaç gündür bildiğini ima etmişti, Derya söylemiş olsaydı bir şekilde haberim olurdu. Feda'nın yerini bile öğrenmişti, onu bulup koyduğum yerden almıştı. Üstelik birkaç gündür biliyor olmasına rağmen bilmiyormuş gibi benimle olmaya devam etmişti, ne için beklemişti?

Nil'i hiç incitmediğimi, hatta onu sevdiğimi söylemek dilimin ucundaydı ama çok inançsızdı. Kim bilir kafasından nasıl korkunç düşünceler geçiyordu ama hiçbirine müdahale edemiyordum, hatta Nil'i bugün ona teslim edeceğimi dahi söyleyemiyordum.

Nasıl inanırdı ki? Ben de olsam inanmazdım.

"Buradan sonra nerden devam edeceğim?" diye sorduğunu duyunca sessizlikle geçen dakikalardan sonra konuşmak için dudaklarımı aralayıp etrafa baktım. Gözlerimi ondan çekmediğim için Polonezköy'e geldiğimizi fark etmemiştim. "Tam açık adresi söyle."

Aklımda tuttuğum adresi hatırlayıp, "Karanfil caddesi," dedim. "Numara 24."

Yol ayrımından sola ilerledi. Yaklaşmıştık, neredeyse dakikalar kalmıştı. Gece ile Yaman oradan uzaklaşmış olmalılardı, Nil'de ona anlattığımız gibi babasını bekliyordu. Onların kavuşmasına şahit olacağımı hiç düşünmemiştim, bu yüzden ben de Deren kadar heyecanlıydım. Hatta ilk kez bu hem bu kadar ağır hem de hafif hissediyordum. Prangalarımdan kurtulup özgür kalmıştım, artık yalanlar söylememe gerek yoktu ama diğer yandan, bir savaşın geldiğini gördüğüm için kuşanmam gerektiğini biliyordum.

Deren biraz daha ilerledikten sonra aniden telefonu çaldı ve alnında biriken teri elinin tersiyle silerek telefona uzandı. Ekranda ne gördüyse kaşlarını çattı ve aramayı yanıtlayıp, "Utku?" dedi hiddetle. "İyi misin?"

Noah Utku'yu rehin tutuyordu, nasıl aramış olabilirdi? Cevap bulmak isteyerek telefon konuşmasına dikkat verdiğimde, "Demek kendinden geçti," dediğini işittim. Kurşun yarası Noah'ı bayıltmış olmalıydı. "İyi, o halde bırak o piçi ve uzaklaş oradan."

"Hayır," diye müdahale etmeye çalıştım ama Deren beni kolaylıkla yok sayıp Utku ile konuşmaya devam etti. "Ne demek ambulans çağıracağım? Aptal mısın lan sen? Sen aptal mısın Utku? Adam senin kafana silah dayadı, çabuk uzaklaş oradan, merhamet falan etmeyeceksin ona."

Abim için ambulans mı çağıracaktı? Bu iyiliği hak etmiyordum ama abim tamamıyla suçsuzdu.

"Ne demek Karmen'in abisi, bırakamazsın?" Deren bunu o kadar kısık sesle söyledi ki, ben de dudaklarından dökülüp havaya tutunan bu kelimelere inanamadım. "Dedim ya sana olanı... Asıl Karmen'in abisi olduğu için merhamet etmeyeceksin ona."

"Abimin bunlarla hiçbir alakası yok," dedim ama konuştuklarım boşluğa çarpıp bana geri döndü.

"Utku, abin olarak söylüyorum, lafımı çiğneme, arkana bakmadan uzaklaş oradan." Deren, Utku'nun bunu yaptığına inanamıyordu, doğrusu ben de. "O itler yeğenine kim bilir neler yaptı, nasıl merhamet edersin? O herife ambulans çağırırsan silerim seni!"

Telefonu kapatıp torpidoya fırlattığında ellerimle deri koltuğu iki yandan kavrayıp düşmanlığının geldiği boyutları hazmetmeye çalıştım. Nil'in bende olduğu gerçeğini sindirmiş görünüyordu ama ben onun bunları öğrendiğini bildiğini hâlâ kavrayamıyordum.

Araba ilerlemeye devam ettiğinde, Deren'in solukları o kadar hızlıydı ki neredeyse hemşirelik iç güdülerimle ona iyi misin, diye soracaktım. Karanfil, yazan sokak tabelasını gördüm ve Deren sokağa girip numaraları kontrol ederken arabayı durdurdu. Bu sokaktaki villalar çok nezih, gözden uzaktı ve arkalarındaki bahçeler ormanlığa doğru uzanıyordu. Deren koltuğundan inip kapıyı çarptı ve beni ite kaka koltuktan indirip arkasından sürüklerken, "Hangi ev?" diye bağırdı.

Nabzım daha da hızlanırken villaların numaralarına baktım. "Bu," diye işaret ettim.

Kafasını kaldırıp heyecanla iki katlı, büyük bahçeli villaya baktı. Bahçe kapısı açıktı, bu da Gece ile Yaman'ın onu buraya getirdiğine işaret ediyordu. Çok uzun vakit olmamıştı, en fazla yarım saattir Nil buradaydı. Rüzgâr kısa saçlarımı uçuştururken, Deren bahçeyi koşarak sokak kapısına ulaştı. "Anahtar?" diye sordu bana.

Anahtarın paspas altında olduğunu bana Feda söylemişti, ben de Gece ile Yaman'a kapıyı kilitledikten sonra paspasın altına geri koymalarını iletmiştim. Ayağımın ucuyla paspası kaldırdım ve Deren bakışlarımı takip ederek eğildi, hışımla anahtarı alıp kapı deliğine soktu. Birkaç dakika sonra onların kavuşmasını izleyeceğim için mutluydum, Deren asla inanmayacak olsa da.

Kalbim... gerçekten de yerinden çıkacak gibiydi.

Kapı açılınca Deren'in elindeki anahtar düştü ve eşikten içeriye girerken yüzü daha da beyazladı. Havayı içine o kadar çekiyordu ki, sanki oksijen kalmamıştı. Açılan holde yürüdü ve salona geçip kendi etrafında döndü. Evin içindeki sessizlik kalbini kırmış gibi, "Nil?" diye bağırdı heyecan içinde. "Babacığım? Ben geldim, burada mısın? Ses ver bana sevgilim."

Bir dönüş almak için sessizleşip bekledi ama o dönüş gelmediğinde, ona merdivenleri gösterdim. Bakışları parmağımı takip etti ve hızla koşmaya başladı, beni basamaklarda deli gibi çekerek üst kata çıkarken, "Nil?" diye seslendi bir daha. "Korkuyorsan eğer korkma, benim. Seni almaya geldim. Neredesin tırtılım, söyle bana?"

Ben de Deren gibi Nil'in bir ses çıkarmasını, heyecanla çığlık atmasını bekledim ama evde can acıtan o sessizlik vardı. Deren hiddetle bana dönüp yüzüme doğru haykırdı. "Yalan mı söylüyorsun? Ya da kızımı ne kadar korkuttun ki dışarıya bile çıkamıyor, bana seslenemiyor?"

Nil'e çok acımasız davrandığımı sanıyordu ve karşı çıkıp öyle değil, onu seviyorum, dememe bile izin vermiyordu.

"Yemin ederim korkutmadım. Hatta bugün onu gelip bu evden alacağını biliyor..."

Parmağını dudağının üstüne koyarak beni sustururken kafasını iki yana salladı. "Gerçekten son nefesine kadar yalan söylemeye devam edeceksin değil mi?"

Sesimi duymaya bile tahammülsüzken ben neyi nasıl anlatacaktım? Hiçbirine inanmayacaktı.

Deren bir daha beni sol cephedeki odalara çekti. Önündeki ilk odanın kapısını tekme atarak açtı ve odaya dalıp içeriye bakarken, "Nil?" dedi yeniden. "Bebeğim benim, baban geldi."

Ben de onun gibi az dekore edilmiş, geniş odaya baktım. Bir yatak ve komodinden başka şey yoktu. Deren eğilip yatağın altına bakarken beni de çekti ve dizlerim üstüne düşünce, acıyan avuçlarımı alıştığım gibi yok sayıp tekrar onunla doğruldum. Odada olmadığını anlayıp çıkarken, "Belki korkuyordur," dedi kendi kendini teselli ederek. "Saklanmıştır, çıkamıyordur. Ya da... kendinde değildir." Arkasına dönünce bir daha burun buruna geldik. Elleri omuzlarıma yapıştı ve beni arkadaki duvara fırlatıp bağırdı. "N'aptın lan kızıma? Nerede? Niye sesi çıkmıyor? Kaçmanın yolunu bulmak için beni mi oyalıyorsun?"

Ben de bunu merak ediyordum ama yemin ederim eve bırakmıştık, ona kendinden geçirecek hiçbir şey yapmazdık. Elinin içinin olduğu yer tam yutkunduğum yerde olduğu için tükürüğümü yutamayıp ellerini itmeye çalıştım. "Uyu...uyuyor olabilir, diğer odalar..."

Cümlemi bitirmeden beni bırakıp ellerini çekti ve ben yere düşerken arkasını dönüp diğer odalara ilerledi. Diğer bir kapıyı açarken bu kez çok sessizce hareket edip, "Uyuyorsa korkabilir," diye fısıldadı ve içeriye girip gözden kayboldu. Onun odadaki adım seslerini duyup boğazımdaki acıyı ittirmeye çalışarak öksürdüm. Ellerim soğuk parkelere yapışırken gözlerim tavanı bulanık gördü. Aman Tanrım, her şey tıpkı kâbusumdaki gibiydi. Beni öldürmemek için onu tutan tek şey Nil'i benim sayemde bulacak olmasıydı. Nil'i bulunca... Burada öldürür müydü beni? Nil'i arabaya götür ve sonra dönüp öldürürdü beni. Kanımın sıçrayabileceği parkelere doğru bakarak uğultunun içindeki kalp atışlarımı dinledim.

"Nil," diyerek odadan çıkıp diğer bir odanın kapısını açtı ama hemen geri çıktı, görebildiğim kadarıyla banyoydu. Yanındaki kapıyı açıp içeriye girerken çok yumuşak bir sesle, "Babacığım?" dedi. "Korkuyor musun? Saklanıyor musun? Ben seni alıp evimize götürmeye geldim sevgilim, çok özledim çünkü seni. Sen beni özlemedin mi? Gelip babana sarılsana küçük bebeğim."

Odanın içinde ilerleyişinin bir kısmını görebildim. Tekrar yere eğildi, yatağın altına bakıyordu. Korkup oraya saklanacağını düşünüyordu. Sonra dolap kapaklarının sesini duydum ve yeniden ama bu kez umudunu kaybetmiş şekilde, "Nil?" diye seslendi. "Neredesin babacığım ya, neredesin... N'olur ses ver, karşıma çık artık, dayanamıyorum sensizliğe..."

Onu bulamadığı odadan çıkıp koridorda başı eğik durdu ve birazdan başını kaldırıp koridorun soluna, sağına bir daha bakıp gözlerini bana çevirdi. Nefes almayı bırakıp avuç içlerimi yere daha sert bastırdığımda üzerime yürüdü. Gözlerimizi birbirimizden ayırmıyorduk, benim sebebim gözlerinin tadını çıkarıyor olmamdı ama onunkisi gerçeklere erişmekti. Önünde durup kafasını yana eğdi ve bağırmaktan kısılmış ses tonuyla, "Nerede?" diye sordu, defalarca kez olduğu gibi. "Son kez soruyorum; Nil nerede?"

Sayıklayarak, "Burada olması lazımdı," dedim.

Gözlerindeki ifade hafife alabileceğim gibi değildi ama şok yaşadığım için bana olan kör nefretinin derinliğini henüz göremiyordum. "Ama yok?

Evet, yoktu. Gece'nin numarasını ezberimdeydi ama arayamazdım, Deren o numaranın sahibine de ulaşırdı. Tenimden soğuk terler dökülürken, "Deren," diye fısıldadım. "Sadece iki dakika beni dinle. Hiçbir şey söyletmiyorsun, dinlemiyorsun, n'oldu Karmen demiyorsun. Anlatacaklarım var, hiç umursamıyorsun. Sadece iki dakika kulak versen korkacağın bir şey olmayacağını anlayacaksın. Benim, bak Karmen'im, seninle nasılsam öyleyim, yabancı biriymişim gibi, beni ilk kez görüyormuşum gibi bakma, davranma..." bu kadar konuşmama izin verdiğine afalladım ama sonra beni zaten duymadığını, kale almadığını anladım. Söylediklerim boşluğa çarpıp bana geri döndüğünde nefesimi yormayı bırakıp çaresizce merdivenlere baktım. "Girdiğimizde gördüm, salondaki cam açıktı, belki... dışarıya çıkmıştır."

Duyduğu tek şey bunlar oldu ve eğilip kolumdan sertçe tutunca, kalkışımı zor güç ayarlayarak doğruldum. Dengemi sağlamama izin vermeden beni tekrar sürükleyerek aşağıya indi, evin yerden yukarıya uzanan camlarına bakıp söylediğim gibi açık olduğunu görünce, "Siktir oradan," dedi. "Bir çocuğun olduğu evde cam böyle açık bırakılır mı hiç?"

Güneşliğin uçuştuğu açık cama yaklaştı ve aralığın bizim çıkmamız için küçük olduğunu fark edip biraz ittirdi. Evden benimle çıkıp etrafımızda dönerek bahçeye baktı. "Nil, yavrum burada mısın babacığım?"

Sesi bu kadar gür olmasına rağmen Nil'in duyduğunda hiç korkmayacağını, heyecanla neşeli bir çığlık atacağını biliyordum. Fakat bu bildiklerim yaşanmadığında Nil'in yakın mesafede olmadığını anlayıp, "Hayır," diye fısıldadım kendi kendime. Kapıyı kilitleyip camı açık mı bırakmışlardı? Görmemişler miydi? Ya Nil, neden beklemeden çıkıp gitmişti? Yoksa tek başına korkmuş muydu? O daha üç buçuk yaşındaydı, burada tabii ki korkardı.

"Beni oyalamaya mı çalışıyorsun? Kızım başka yerde mi?"

Deren arka bahçeye koşarken, "Hayır," dedim. "Buradaydı, yemin ederim seni bekliyordu."

Nil'in olduğu yerin haricinde başka dediğim hiçbir şeyi duymuyor, algılamıyordu. Gözlerini geniş arka bahçede dolaştırıp ardından arkaya doğru uzanan ormana baktı. Uzun, koyu yeşil yapraklı ağaçlar bir koruya açılıyormuş gibi sık ve çoktu. Deren gözlerini bu ormana giden yol ile arabayı bıraktığımız cadde arasında dolaştırarak, "Dışarıya mı çıkmıştır yoksa ormana mı yürümüştür," diye düşündü kendi kendine.

"Sen yola bak istersen, ben de ormanlığa..."

Kaçacağımı düşündüğü için tabii ki bunu kabul etmedi ve ormana doğru kuvvetle yürüdü. Asker adımlarını konuşturup hücum etti ormanlığa. Beni tutmayı bırakmıyordu, çünkü gideceğimi sanarak bunu yapıyordu ama bu bana dokunmayı en sevmediği andı. Kolumu buna benzer şekilde tuttuğunda sonraki hamlesi genelde beni öpmek veya sarılmak olurdu ama şimdi temas ettiğinde hissettiği tek şey... tiksintiydi.

Beni, bırakmayı isteyerek tutuyordu.

"Yolda olması daha mantıklı değil mi?" diye sordum ama yine kendi kendime konuşuyormuşum gibi hissettirdi.

Ormanın derinliğine ilerlemeye başlayıp elleriyle ağaç dallarını iterken, "Nil?" diye seslendi. "Babacığım eğer duyuyorsan bana bağır ya da sesime doğru gel."

Ben de etrafta onu ararken aynı şekilde, "Nil," diye seslendim ve Deren'in ayakları durunca bana dönmesine karşın ona baktım. Bir anda üzerimdeki ceketin yakasından kavrayıp beni suratına doğru çekerken, "Adıyla seslenme dedim," diye ikaz etti. "Senin sesini duyunca ortaya mı çıkacağını sanıyorsun? Senden kaçmak için yer arayan kızım niye senin sesine gelsin lan geri zekâlı! Allah bilir nasıl korkuyordu da açık camı görüp kaçtı!"

Yaptıklarımı kabul etmiştim ama Nil'i korkuttuğumu, kötü davrandığımı kabul edemezdim. "Onu asla incitmedim," dedim.

"Beni incittin," diyerek bıraktı.

Omzumun çarptığı ağacın üzerinde bir süre kaldım ve elim refleks şekilde acıyan omzuma dokunurken, gözlerim ilerleyen Deren'i buğulu gördü. Nil'in adını bağrış şekli çok çaresiz ve heyecanlıydı, Nil her an karşısına çıkıp babacığım, diyerek kollarına atlayabilirdi. Sanki vücudum da düşüncelerim de hava boşluğuna sızmış, benden bağımsız durumda ilerliyordu. Hâlâ şoktaydım, neler olduğunu, olacağını bilmiyordum. Ona bir kızım olduğunu ve onun öldüğünü söylemek istiyordum. Her şey ortaya çıktığına göre bunu da söyleyebilirdim.

Ama o zaman tekrar hastaneye kapatılırsam? Çünkü bir çocuk kaçırmam iyileşmediğim anlamına gelecekti.

Ayağımın altındaki toprakları, yaprakları eşeleyerek Deren'in arkasından yürürken gözlerim çok da görmeden Nil'i aradı. O çocuktu, yavaş yürürdü, en fazla yirmi dakikalık mesafede olabilirdi. Keşke birimiz yola baksaydık ama bana güvenmiyorken bu imkansızdı. "Nil'im, burada benden başka kimse yok," dedi. "Seni almaya geldim, hatta yanımda küçük pelüş tırtılını getirdim..." kot pantolonunun ön cebine sıkıştırdığı küçük bir oyuncak tırtılı ezilmiş şekilde çıkarıp elinde salladı. "Hatırlıyor musun ben bir gün gelip bak, seni buldum, demiştim. Sen de hüngür hüngür ağlayıp bu bana benzemiyor, demiştin. Odanda görünce sen düştün aklıma, yanımda olman için her şeyimi verirdim. Oturup senin gibi ağladım o an... Hadi, sesimi duyuyorsan gel, oyuncağını sana vereyim."

Derenle aynı anda susup bir sessizlik oluşturduk onun sesini duymak için ama yanıt almayacağını biliyordum. O, Nil'in benden korkup konuşmadığını, saklandığını sanıyordu ama Nil babasının sesini duysa hiçbir şey onu durduramazdı. Bunu düşünmeye, bunun için acı çekmeye sıra gelmiyordu ama ben onun Nil'e bir şey yapmış olmamdan bu kadar korkmasına da üzülüyordum, başka şey düşünemeyeceğini bildiğim halde.

Ben ki Nil'e bir şey yapacağım...

Deren'in ayaklarının altında savrulan yapraklara bakarak arkasından aynı şekilde ilerledim ve o hafif engebeli yolu tek adımıyla atlarken, ben de kütüğün üstünden geçerek takip ettim. Dakikalar, yalan söylediğim konusunda onun kafasını karıştırarak geçti ve kızının adını defalarca olduğu gibi yeniden yüksek sesle haykırdı. "Nil? Babacığım? Beni duyuyor musun? N'olursun korkma, konuş benimle!"

Dilim damağım kurumuş şekilde nefeslenirken Deren beklediği yanıt gelmediği için öfke duyup tekmesini önündeki ağaca geçirip geriye gitti. Sırtını da başka bir geniş, oyuğu olan ağaca yaslayıp kafasını gökyüzüne doğru kaldırınca şakağından aşağıya akan damlaları gördüm. Günlerdir attığı her adımı boşluğa, hiçe sürükleyen bendim. Yine de ona merhamet edip yüzünden akan teri bir mendille silmeyi istiyordum.

"Çek gözlerini üstümden!"

Bunu duyduğumda bana söylediğini yapmam tamamen vicdan azabım yüzündendi. İstediği gibi bakışlarımı aşağıya indirdim ve onun kotunun cebinden telefonunu çıkardığını gördüm. Parmaklarını tuşlara hızlı hızlı basıp bir arama yaptı ve birazdan, "Nil'in yerini buldum," dedi karşı tarafa. O kadar yorulmuştu ki nefesi dudaklarında tiz bir ses bırakarak çıkıyordu. "Polonezköy'de. Bir evdeydi ama kaçmış, şu an yakın mesafede onu arıyorum ama daha fazla yardıma ihtiyacım var. Evet... Birlikleri atacağım konuma yönlendir... Hayır, Nalan'ın haberi yok, henüz bir şey söylemedim."

Emniyet müdürüyle konuştuğunu anladığımda ellerim bir daha buz kesti. Polisler Nil'i aramak için buraya geldiği an beni tutuklarlardı, fakat ben hapse, hatta yeniden hastaneye kapatılamazdım. Mark'ı bulmalı, babamı görmeli, Noah'ın sağlığından emin olmalıydım. Tüm ülkeye yayılan bu suçun bana ait olduğu öğrenilirse kaçamazdım.

Bir ayağım yerde sabit kalırken bir diğeri arkaya doğru gitti. Deren telefonu kapatıp cebine koyduktan sonra da uzanıp ceketimden tuttu ve beni çekiştirmeye başladı. Kişiliğim birisinin bana böyle davranmasına izin vermeyecek kadar baskın ve sertti ama ona yaptıklarım karşısında hiçbir şeye itiraz etmiyordum.

"Eğer Nil buradan çıkmazsa, beni yanlış yere getirdiysen seni bir helikopterden yere bırakırım, tüm vücudunun parçalanışını izlerim."

Bunları kulağıma söyleyip beni bir daha sertçe itti ve arkasını dönüp Nil'i aramaya devam etmek için uzaklaştı. Boşlukta süzülüyormuş gibi hissizce onu takip ettim ve Nil'in, polisler gelmeden, bir an önce ortaya çıkmasını diledim.

"Nil, bir yerden çık artık kızım." Önündeki dalı yapraklarıyla beraber iterek daha açık bir alana doğru yürüdü. "Babana seslen, karşına çıkayım ve bana gülümse."

Dakikalar geçtikçe ayağımın altındaki toprağın daha kaygan olduğunu hissettim ama Deren hâlâ önüne bakmadan yürüyordu. Kaygan zeminin onu düşürmesinden endişe ederek savurduğu ellerinden birini tutmak istedim ama bağıracağı için yapmadın. Bir tümseğin ucuna kadar ilerledik ve yol aşağıya doğru bir yokuş gibi kayınca, düşmemek için ayaklarımı yere daha sert bastırdım. Deren koşmaya ara vermeden ilerlerken de bir an durup geriye sıçradı. Onun baktığı yere bakınca ormana kıyasla küçük ama yüzülebilecek bir göl olduğunu gördüm. Deren isterik şekilde kafasını iki yana sallamaya başladı. "Buraya düşmüş olamaz, yüzemez."

Hayır, olamazdı. Hem... Evden bu kadar uzaklaşmış da olamazdı, neden buraya gelecekti ki? Deren'in tam arkasında durup, "Ormanda vakit kaybettik, yola çıkmıştır," dedim ama o çoktan gölün kıyısına yaklaşıp içine girmeye başlayınca kelimeler dilimde küle dönüştü. Ayaklarının yere değdiği gölün içine girip ellerini ağaç yapraklarının yansıyıp yeşile dönüştüğü gölde dolaştırdı, kendi etrafında hızlıca dönerek, "Nil?" diye seslendi yeniden.

Omuzlarımı düşürüp yüzüne sıçrayan, vücudunu kaplayan parlak suya baktım. Nil burada değildi ama anlatamıyordum. Gölün içinde biraz ilerleyip derinleşmiş kısma daldı ve vücudu bir an için tamamen suyun altında kaldı, dipte Nil'i aradı. Birini bu kadar çaresiz bırakmış olmanın ağır sorumluluk hissi kalbimi sıkıştırırken, Deren kafasını suyun altından nefes nefese çıkarıp, "Nil!" Diye haykırdı yüzünden damlalar akarken.

"Baba."

Tanrım, Nil'in sesi...

Ayağımı, yerdeki yaprağa sürtmeyi aniden bıraktım ve Derenle göz göze geldiğimizde, kendim için hayal ettiğim her şeyi onun gözlerinde gördüm. Kızımın sesini duyduğumda yaşayacağım o trajik mutluluğu... Yüzü beyazladı ve gözbebekleri odağını kaybederken, başını sol tarafa eğip sesin geldiği yöne baktı. Gözlerini çevirirken ki umudunu ve korkusunu asla unutmayacaktım. Ben de yerdeki kurumuş yaprağa basıp ses çıkartmadan arkamı döndüm ve baba, diyen Nil'i aradım. Onu göremiyordum ama yemin ederim ki sesini duymuştum. Üstelik Deren'de duymuştu o sesi.

"Ni... Nil," diye kekeledi Deren, ağladığını anlayacağım bir sesle ve sonra suyun içinden yumuşak bir ses geldi, gölde hareket etti. Gözlerim ağaçların arasını, geniş dalların altını aradı ve cennete girmeme birkaç saniyem kalmış gibi sabırsızca, "Nil," dedim.

"Baba," dedi Nil yeniden ve geniş bir ağacın arkasından ürkerek kafasını çıkardı.

Derenle Nil birbirini gördüğünde ormanı öğle sonrası bir güneş ışığının kapladığını hissettim. Meğer bu, birbirlerini gördüklerinde parlayan gözlerinin ışıklarıymış.

Geriye doğru iki adım attım ve göldeki o suyun sesini duyup Deren'e baktım. Tüm gücüyle kıyıya doğru gelirken gözbebekleri hiç görmediğim bir duyguya hapsolarak büyümüştü. Yüzünde, hayal görmekten korkuyormuş gibi bir gülümsemeyle kıyıya ulaşıp gölden çıkarken, "Nil?" dedi gözünden bir damla yaş düşerken. "Aşkım?"

Sarsılmış şekilde bir adım daha geriye çıkarken, Nil'in gözlerindeki ışığı gördüm. Göldeki o adamın gerçekten babası olduğundan emin olmuş gibi, "Baba!" Diye bağırdığında, tuttuğum hıçkırıklar dudaklarımdan döküldü. Kendini ağacın arkasından çıkarıp ona giydirdiğim çiçekli elbisesiyle Deren'e koşarken, Deren'de Nil'i tamamıyla farkında olup kendini ileriye fırlattı. Nil'in kumral saçları bir rüyaymış gibi gözlerimin önünde uçuşurken, Deren'in ona koşuş şekli ormanın içinde bir uğultu başlattı. Nil'in küçük ayakları yere her değdiğinde düşeceğini düşündüm ama Deren onu adeta havada yakalayıp tuttuğunda, artık ayağına tek bir taşın bile değmeyeceğini anladım. 

Nil gözyaşları içinde ağlayarak, "Baba," diye bağırırken Deren onu tuttuğu gibi göğsüne çekti ve onu etrafında döndürürken gözyaşlarına boğuldu. Elimi, yanımdaki ağaca yaslayıp düşmemek için güç alırken, Nil'in Karina'nın elbisesi içinde babasına kavuşmasını izledim. Küçük kollarını Deren'in boynuna sarmaya çalışıp onun yüzünü öperken hem ağlıyor hem de kıkırdıyordu. Deren'de onu sıkıca kavramışken aynı şekilde Nil'in yanaklarını, alnını öpüp titreyen avucuyla saçlarına dokunuyordu. Ve hıçkırarak sayıklıyordu. "Nil, bu gerçekten sensin kızım. Bu koku... benim bebeğimin, benim kızımın, tırtılımın... Bu pamuk kadar yumuşak saçlar da senin, küçük ellerin, bana koşuşun da aynı... Öyleyse sen... Sen gerçeksin Nil. N'olur konuş, baba de bana..."

"Babam," dedi Nil, sanki yüreğinden geliyordu sesi. Gülüp ağlayarak ellerini Deren'in yüzüne koyarken hâlâ babasının kucağında dönüyordu. Dudakları aşağıya büküktü ve gözyaşları yanaklarını kızartmıştı. "Niye beni almaya gelmedin baba?"

Deren onunla konuştuğuna inanamıyor gibi kocaman açılan gözleriyle Nil'in yüzüne, küçük ellerine, üstüne başına bakarak, "Çok özür dilerim," dedi, sanki kendi hatasıymış gibi. "Özür dilerim güzel bebeğim. Babanı nasıl affedeceksin sen, nasıl... Dur, ağlama n'olursun; bir bakayım yüzüne, gözlerine... Senin yanağına n'oldu Nil? Kızarmış, acıyor mu yoksa?"

Nil nefesi kesik kesik çıkarken, "Düştüm," dedi ve ben de o yarayı merak ederken, Deren'in gözleri Nil'in omzunun üzerinden beni buldu. O kin ve nefret karşısında beni bundan sorumlu tuttuğunu anladım. Gözleri tekrar Nil'e dönünce de öyle yumuşadı ki, o şefkatine içim ısındı. Nil'in yanağını, saçını, burnunu öperek kokusunu içine çekerken, "Kıyamam ben sana, baban sana kıyamaz değil mi?" dedi yüreği parçalanmış gibi. "Acıyor mu canın? Öpeyim mi?"

Nil gözyaşları içinde gülüp başını hızlıca salladı ve babasının yanağını, alnını öpünce Deren'i taklit ettiğini anladım. Birbirlerine güldüler ve Nil onun omzuna doğru yatıp, "Öp," dedi nazlı nazlı.

Ah, bu nazlanması şu durumda bile güldürecekti beni.

Deren dudaklarını onun yarasının üstüne koydu ve uzun uzun öperek geriye çekildikten sonra omuzlarını okşayıp saçlarını düzeltti. Hayran hayran onun güneşte parlayan saçlarına bakarak bir daha hıçkırınca, kemikli yüzünden aşağıya düşen gözyaşları kalbimi sıkıştırdı. Nil onun yüzündeki yaşlara temas edip, "Seni çok özledim," dediğinde Deren inleyerek gözlerini yumdu. "Ben de seni Nil, ben de seni çok özledim. Her uyuduğumda rüyamda seni gördüm, yatağında uyudum, kıyafetlerine sarıldım... Sadece seni düşündüm, seni bulup böyle kocaman sarılmayı düşündüm."

Nil burnunu çekerek Deren'in kafasını tuttu. "Yatağımda mı yattın? Nasıl sığdın ki baba?"

Deren onu kolları arasında sıkıp hemen sonra, "Acıtacağım," diyerek gevşetti kollarını ve Nil'e göz kırptı. "Yatamadım ki yatağında zaten, düştüm."

"Ya baba." Nil alnını babasının alnına yaslayarak kahkaha attı. "Düşeysin tabi, sen kocamansın."

"Sen de ufacıksın," dedi Deren, onun küçük elini tutup öpücüklere boğarken. Elini yanağına sürterek parmağını ısırınca, Nil bir daha kahkaha attı. "Elin de ufacık, burnun da ufacık, ayakların da ufacık ama o dilin yok mu... O epey uzun, babaya ya diye çemkiriyor."

Nil, Deren kendisinin gözyaşlarını silerken dişlerini göstererek omuz silkti ve bir daha, "Yaaa," dedi uzatarak. "Çemkiyiyoyum işte." Dilini çıkarıp sallarken bir anda suratı asıldı ve dilini içeriye soktu. "Tamam, yayamazlık yapmayacağım, beni bir daha bırakma baba."

Kollarını babasına daha sıkı dolayıp adeta ona yapıştı ve bir anda kötü bir şeyi hatırlamış gibi ağlayınca Deren panikleyip onu göğsüne bastırdı. Gözleri kızının başının üstünden benimle birleşip kinlenirken, "Ben seni bırakmadım," dedi. "Asla da bırakmam. Seni bıraktığımı mı duydun Nil?"

"Hıhı," dedi Nil, küçük ayaklarını Deren'e dolayıp kollarıyla boynunu sıkarken. "İşin varmış, gelmeyecekmişsin. Ben babama gitmek istiyoyum dedim ama..." susup omuzlarını silkti. "Annem neyede? Gelmedi mi? Ama çok özledim baba!"

Deren Nille beraber yere alçaldı ve bir kesilmiş ağacın üstüne otururken onu kucağından bırakmadı. Sırtını sıvazlayıp, "Annen de seni çok özledi, yanına gideceğiz," dedi. Evet, Nalan dün hastanedeydi, bugün kızını görünce ne kadar mutlu olacaktı. "Sen burada yalnız başına n'apıyordun? Hep tek miydin? Yanında kimler vardı? Neler yaptın?"

Nil babasının kucağına yaslanıp onun elini tuttu ve iri eli tıpkı bazenleri düşündüğüm gibi babasının elinin yanında küçücük kaldı. Sonra başını kaldırıp ıslak ama neşelenmiş gözlerini etrafında dolaştırırken beni bir daha görüp dudaklarını ısırdı. Artık ne söylediğinin bir önemi yoktu, Deren gerçekleri zaten öğrenmişti ama Nil konuştuklarımızı hatırlamış olmalı ki, "Bir tane adam," diyerek babasına döndü. "O beni parktan alıp buraya bıyaktı, ben de seni bekledim. Ama sonra... odada kocaman böcek görüp korktum, kaçtım..." babasının göğsüne sığınıp gitmesinden korkarak tuttu onu. Çiçekli elbisesi ıslanmıştı. "Geri dönecektim ama koyktum, yolu bulamadım. Yüyüdüm yüyüdüm, bir baktım ki sen gelmişsin baba!"

O kadar içli, masum anlatıyordu ki yaklaşıp sözümü dinlediği için yanağından öpmek istedim ama Deren beni ona bir metre bile yaklaştırmazdı.

Karina'yı bir daha hiç göremeyecektim, Nil'e de hiç yaklaşamayacaktım.

"Sen günlerdir korkarken ben çok yanlış insanlarlaydım, seni çok yanlış yerlerde aradım..." Deren her bir öpücüğünü, özrüymüş gibi onun saçlarına dizip ellerini kollarında, bacaklarında dolaştırdı. Gözleri hasar arıyormuş gibi onun vücudunu dolaşırken üzüntüden delirmiş gibiydi. "Nasıl affedeceksin sen babanı bebeğim, nasıl affedeceksin?"

Nil kafasını hafifçe kaldırıp Deren'in çenesinden öptü. "Affettim baba."

Deren yalnızca kızına bakabileceği bir şefkatle baktı ama gözleri dolu doluydu. "Ben kendimi nasıl affedeceğim..."

Nasıl hem bu kadar acı çekebilir hem de mutlu olabilirdim? Hem onları izleyerek gülümserken hem de Karina ile böyle olmayı hayal edebilirdim? 

Yanağımdaki gözyaşını elimin içiyle silerek yavaşça geriledim. Artık burada kalamazdım, polisler birazdan gelirdi. Deren, Nil'i tekrar bırakıp da peşime düşüp koşamazdı, Nille beraber zaten koşamazdı. Arkamı dönüp tüm gücümle buradan uzaklaşmalıydım. Zaten görmeyi en çok istediğim şeyi görmüştüm, Deren ile Nil'in bir araya gelip birbirine sarılmasını.

Geriye doğru bir adım gidince Nil ile Deren'in başını çevirip bana baktığını hissettim. İkisi de birbirini bırakamıyor, sıkıca sarılıyorlardı. Nil bana göz kırpıp babasına dönerken, "Bu abla kim?" diye sordu.

Ah akıllı tırtılım...

Deren, "Tanımıyor musun onu?" dedi.

Nil bakışlarını kaçırdı. "Yok."

Deren'in çenesinin seğirişini izledim ve elimi ağaçtan çekip biraz daha gerilerken, kapkara gözlerinin beni bulmasına seyirci kaldım. "Nasıl korkuttun? Konuşmaması için neler yaptın? Seni tanıdığı halde tanımadığını söylüyor? Dövdün mü kızımı, tehdit mi ettin?"

Nil şaşkınca babası ile bana bakarak tekrar onun göğsüne sığınınca hiçbir şey demeden kafamı iki yana salladım. Deren aramızda açtığım mesafeye bakarak tehditkâr şekilde başını iki yana sallamaya başladığında, yüzünü, onu getirdiğim hali aklıma kazıyarak arkamı döndüm. Deren arkamdan, "Karmen!" Diye kükrerken de ağlayarak geldiğimiz yola doğru hiç durmadan koşmaya başladım. "Karmen!" Ceketimin yakaları omuzlarımdan düşerken ve ayaklarım adeta yere doğru dürüst değmeden ağaçların aralarından süzülürken, arkamdaki kükreyişini duydum. "Kaçıyorsun madem, hızlı ol. Çünkü kokunu takip edip geçtiğin her caddeyi bulacağım."

Öfkesi sanki titreşimler halinde dağılıp tenime dokundu, ruhuma nüfuz etti. Beni bulmak için her şeyi yapacak olduğunu bilmeme rağmen kaçabildiğim kadar kaçacaktım. Burada kalamazdım, ona anlatmayı istediğim çok şey olsa da Mark'ı öldürmek için İtalya'ya dönmeliydim. Oysa... Her şeyi başka kılabilirdim, her şey ikimiz için farklı olabilirdi ama ben affedilmeyecek şeyler yapmıştım, kaçmaktan başka çarem yoktu.

Göğüs kafesim çok hızlı koştuğum için o kadar sıkışmıştı ki, bir süre sonra gözlerimin karardığını hissettim ama buna rağmen durmadım. Ensemden aşağıya, kıyafetime ter akıyordu. Kulaklarım patlayacak gibi sıcak olmuştu, boynumda çarpan gürültülü nabzı duyuyordum. Dizlerimin altı uyuşuyordu, önümü doğru dürüst göremiyordum ama geldiğimiz yönün burası olduğunu biliyordum. Omzumu bir ağaca çarpıp acıyı hissetmeme rağmen tepki bile veremeden önümdeki kesilmiş ağacın üstünden atladım ve yakınlardan gelen siren sesini duyup başımı yukarıya kaldırdım. Polis ve ambulans geliyordu.

"Siktir..."

Boğazımda susuzluk başlayınca dudaklarımı dilimle ıslatıp daha hızlı olmaya çalıştım. Artık her an düşecek gibi koşuyordum ama az kalmıştı. Evi görmüştüm, sadece birkaç dakika sonra buradan ayrılabilecektim. Abimi bulmam gerekiyordu, Türkiye'den onunla ayrılacaktım. Bacaklarıma biraz daha yüklenip dayanmaya çalıştım ve eve ulaşıp ön kapısından dışarıya çıkınca sağıma soluma baktım. Siren sesleri artık daha yakından geliyordu. Siren sesinin aksine doğru yürüdüm, elim sıkışan kalbimi tutarken saçlarım yüzüme yapışmış haldeydi. Köşeden döndüm ve kafamı önümde tutarak düşünmeye çalıştım. Utku ambulansı aramıştı, abimi o semtteki en yakın hastaneye götürmüş olmalılardı. Oraya gitmeli, abimin nasıl olduğuna bakmalıydım. Sonra abimin korumasını arar, ondan yardım alarak abimi hastaneden çıkarırdım.

Düşüncelerim arasına Deren'in tiksinti duyan gözleri karışınca, "Hayır," dedim kendime. "Hayır, şimdi bunu düşünmeyeceğim, zaten olacağı buydu..." onun bana böylesine bakan gözlerini unutmak için başka şeyler düşünmeye çalıştım ama zihnimde yan yana iki görüntü getirmişti bile. Bana şefkatle, sıcacık bakan gözlerinin yanında o tiksinen, iğrenen gözleri... Sanki ikisi başka adamdı, tıpkı onun benim başka bir kadın olduğumu düşünmesi gibi ben de ikisinin ayrı zamanlarda denk geldiğim adamlar olduğunu düşünüyordum.

Arabaların sıkılaşmaya başladığı yerde bir taksi durağı buldum ve boşta bekleyen taksiye ilerledim. Şoför durağın bahçesinde çay içiyorken beni fark edip derhal buraya yürümeye başladı. "Buyur abla? Nereye gidiyoruz?"

Aklım durduğu için adamın yüzüne boş boş baktım. O depo hangi semtteydi? "Teşvikiye."

"Çok uzak be ablam..."

Uzanıp siyah şortumun cebindeki kartlığı çıkardım. Kartım yanımdaydı, birkaç yüz lirada nakit param vardı. Siren seslerini hâlâ duyduğum için panikleyip, "Karşılığını vereceğim, lütfen," dedim.

Cüzdanıma çaktırmadan bir bakış attı. "Madem öyle, bin."

Kendimi arka koltuğa attım ve gözlerimden damlalar akmaya devam ederken şoför arabayı çalıştırdı. Kalbim kucağımdaki avuçlarıma düşecek gibiydi, o kadar canlı ve farkındalıklıydı. Peşimde çok fazla insan olacaktı, kaçmam için tek çarem ülkeyi çok çabuk terk etmekti. Nil güvenle babasına kavuşmuştu, artık incinmeyecekti. Beni de unuturdu zaten. Deren'de... Karşılığını alamayacağı o ihanetin nefretinde kendini yiyip duracaktı, belki de peşimden İtalya'ya kadar gelecekti. Ben nasıl kızımı kaçıranları bulmak için her şeyi göze aldıysam o da alacaktı.

Gözlerimin önünde tekrar o nefret bakışları belirince gözlerimi hızlıca kapattım ama karanlıkta bile ruhuma dokunuyordu o ateş.

"Kardeşim iyi misin?"

Yüzümü şoförden olabildiğince saklamaya çalışıp, "Evet," dedim. "Teşvikiye'de bir hastane var mı?"

"Vardır tabi, olmaz olur mu? Devlet hastanesi, özel hastane..."

"Bu eski terk edilmiş depolar var, semtin tenha yerinde." Dikkat çekmemeye çalışıyordum ama hem ağlayıp hem de olmayacak şeyler söylemem ister istemez beni şoförün aklına sokacaktı. "Oraya en yakın hastane hangisi?"

Araba biraz daha hızlanırken, "Özel hastane vardı bir tane," dedi düşünceli görünerek. "Oraya mı gidelim?"

"Evet," diyerek durmadan akan gözyaşlarımı bir daha sildim. Ama aylardır ağladığım gibi, yine ağlamaya devam edeceğimi hissediyordum. Ben zaten biliyordum... gözlerimdeki tek parıltının gözyaşlarım olacağını.

Araba trafiğe takıldığında üzerimdeki ceketi çıkarıp yanıma bıraktım. Boyumdan aşağısı ıslaktı. Ellerimi saçlarım arasından geçirdim ve araba bir süre daha ilerleyince gözüme hastane çarptı. Evet, bu hastaneyi hatırlıyor gibiydim. Arabamla giderken önünden geçmiş olabilirdim. Ambulans abimi en yakın olarak buraya getirmiştir.

Adam kartımdan temassız olarak ücreti çekince hızla kapıyı açıp dışarıya fırladım. Şüpheci gözlerle etrafıma bakarak hastane bahçesindeki yolu yürüdüm. Acil kapısından girip danışmaya yaklaşırken ağzımın içi kuruluktan kavruluyordu. Danışmadaki adama, "Birkaç saat önce buraya kolundan yaralanmış bir adam geldi mi?" diye sordum nefes nefese. 

Adam beni süzerken, "Neyi oluyorsunuz?" diye sordu.

"Yakınım," dedim. "Telefonda yaralandığını söylemişti, nerede bulabilirim?"

Adam acelesi olduğu için çok fazla vakit ayıramadan, "İki üst katta yoğun bakım ünitesindeki arkadaşa sorun," dedi.

Arkamı döndüğüm gibi merdivenleri aradım, bulunca yine koştum. Tabanlarım artık acımaya başlamışken iki kat tırmanıp dediği kata çıktım ve koridora kafamı çevirdiğim an kalbim adeta durdu. Utku'yu koridorun ortasında, odanın önünde iki ileri bir geri giderken gördüm. Abim oradaki odadaydı demek ki. Utku Deren'in söylediklerine inanamamıştı ama beni gördüğü an şüphelerini soracaktı. Karşısına çıkarsam asla bırakmazdı, gerçekleri anladığında da polisi arardı.

Canım benim, gerçekten sırf abim olduğunu öğrendiği için onu hastaneye getirmişti. 

Duvarın arkasında saklanarak biraz beklemeye başladım. Belki gitme kararı alırdı. Abim nasıldı acaba? Dudaklarımı sürekli dilimle ıslatıp aralıklarla oraya baktım ama Utku hâlâ volta atıyordu. Bir elinde telefon varken diğer eli yumruk halindeydi ve çok sabırsız görünüyordu. Deren onu hâlâ aramamış mıydı? Eğer söyleseydi Utku burada olmazdı.

Koridorun diğer tarafına ilerlemeye başladığını görünce heyecanlandım. Yine yürüyerek geri döneceğini düşünsem de merdivenlerin orada gözden kayboldu. Birkaç saniye bekledim ve ortaya çıkıp onun yokluğunda odaya koşmaya başladım. Abimin kaldığı odanın kapısını açıp hızlıca içeriye girince hastane yatağını gördüm. Abim, gözleri kapalı şekilde uzanıyordu. Üzerindeki gömlek ve ceketi çıkmıştı, altında yalnız pantolonu vardı. Kalbim üzüntüyle çarparken yatağının başında durup koluna baktım. Pansuman yapılmıştı, üstü kapalıydı ve serum bağlıydı. Düzenli ama huzursuz nefesler alıyordu.

Çok vaktim olmadığından yüzüne eğilip, "Noah," diye seslendim yorgunca. "Uyan canım, kendine gel."

Narkoz vermişlerdir, bu yüzden uykuya dalmıştır. Biraz sarsıp yüzüne temas ettim, biraz ses yükseltip, "Abiciğim?" dedim. "Vaktimiz yok, kendine gelmen gerekiyor. Buradan gidelim, ben kolunun çaresine bakarım. Daha önce defalarca yaptığım şey değil mi?" 

Kirpiklerindeki ufak hareketleri görüp heyecanla, "Noah," diye tekrarladım. "Buradayım, aç gözlerini kardeşim. Geldim, iyiyim ben."

Göz kapakları yukarıya kalkınca parçalanmış halimle gülümseyip elini tuttum. Bakışları odaklanmaya çalışarak bana döndü ve etrafının farkına vardı. "Karmen, buradasın. Sen... iyi misin?"

"İyiyim, gerçekten," dedim yüzümde gözyaşlarıyla. "Bak, Deren bana hiçbir şey yap..."

Eli kaskatı kesildi ve benim elimi sıktı. "O orospu çocuğuna göstereceğim dünyanın kaç bucak olduğunu."

"Abi," dedim sertçe. Böyle konuşması ağrıma gitmişti. "Sakın Deren'e bir daha böyle deme. Küfür, hakaret etme ona. Anladığın, sandığın gibi değil..."

Cümlemi bir daha keserek, "Onun çocuğunu nasıl kaçırırsın?" diye kızdı inanamayarak. "Neden yaptın, nasıl bir çocuk kaçırırsın? Üstelik bizim kızımızı da... kaçırmışlarken?"

"Sana açıklayacağım," dedim. "Önce buradan çıkmamız gerekiyor, kaçmalıyız. Deren... O hâlâ peşimde."

Doğrulmaya çalıştı ve kolu acıdığı için diş sıkıp gözlerini kapattı. "Piç, vurdu beni! Doğrusu, onun yerinde olsam ben de yapardım ama... yine de sana böyle davranması karşısında hiçbir şey olmamış gibi davranamam."

"Davranacaksın," dedim Deren'i abimden koruma güdüsüyle. Doğrusu abimi de Deren'den korumam gerekiyordu. "Nil'i ona verdim, yapmam gereken bir şey kalmadı. Gidelim Noah."

"Beni vurmasının hesabını sormayayım mı?"

"Sorma," diye ısrar ettim. "Benim için onu affedemez misin? Benim hatırıma?"

Serumu kolundan çekip attı ve sanki onu kandırmışım gibi bakakaldı. "Senin için ölürüm bile, biliyorsun."

"Biliyorum, o yüzden gide..." abimi kaldırırken beyaz pansumanın üzerindeki kırmızılığı görüp irkildim. Dikiş mi atmıştı? Hızlı mı hareket etmişti? "Kanamış kolun. Bekle, bir hemşire çağırayım. Baksın, öyle çıkalım abi, çünkü ilk yardım çantamı yanımda değil."

"Karmen, bu bininci kurşun yaram. Bir süre dişimi sıkabilirim."

Yarası çok yüzeysel değildi, operasyon geçirmişti. Zaten benim yüzümden gerçekleşmişti, canının daha fazla yanmasını istemiyordum. "Bekle," diyerek arkamı döndüm ve koridora çıktım. Bir hemşire arayarak soluma döndüm ama gittiğini sandığım Utku'yu karşımda bulduğumda yere düşmüş kadar oldum. Ayaklarım birbirine dolanarak gerilerken Utku'da beni görüp yürümeyi kesti. Beyazlamış yüzü, karışmış saçları ve kopkoyu gözleriyle abisinin birkaç sene önceli hali gibiydi. "Karmen?"

Aaklarım beni geri götürmeye devam ederken doğru sözcükleri aramaya başladım. "Abime bakmaya gelmiştim."

Omuzları rahatlamış gibi düştü ve bir anda üzerime koşmaya başlayınca gözlerim kocaman açıldı. Arkamı dönüp kaçacakken de kollarını etrafına sarıp beni kucakladı ve kendisine bastırıp, "Korktum," dedi, gerçekten korkulu sesiyle. "Abim bir şeyleri yanlış anlayıp sana zarar verdi diye korktum Karmen. İkinizi de defalarca aradım ama ulaşamadım. Abim nerede? N'oldu? Bak, çok kızma ona, ne yaptığını bilmiyor..."

Ben hissizleşirken bir damla yaş daha kirpiğimden onun omzuna düştü. Yumruklarımı öyle sıkı kapatmıştım ki, tırnaklarım az sonra avuçlarımı kanatabilirdi. Hâlâ Deren'in çılgınca davrandığını, hata yaptığını düşünüyordu. Ne kabul ediyordum ne de reddediyordum. Yumruklarımı ona son kez sarılmak için etrafına dolarken, "Gitmem gerek," dedim.

"Karmen, lütfen yapma," dedi biraz geri çekilip yüzüme bakarken. Göz altları kızarıkken bakışları soğuk bir pusla kaplanmış gibiydi. "Bak, abini hastaneye getirdim, doktor iyi olduğunu söyledi. Abime gücenip onu bırakma, sana ihtiyacı var."

Bir daha, "Yok," diye fısıldadım. "Abinin sana ihtiyacı var. Sakın Noah'ı hastaneye getirdiğini söyleme, bir de sana gönül koymasın."

"Beni burada gördüğünü abine söyleme olur..."

Utku'nun tuttuğu telefon elinde çalınca ikimizin bakışları ortak bir noktaya kaydı. Ekranda yazan abim 🔥 yazısını görünce sanki Deren'in sesini duymuş gibi geriye sıçradım. Utku heyecanlanıp aramayı açtığında, abimin kaldığı odanın kapısına bir daha bakıp geriledim. "Abi, neredesin sen? Saatlerdir arı..." Utku konuşmanın ortasında durup daha da beyazlamış suratıyla yanındaki duvara yaslandı. Telefon elinden kayıp düştüğünde gözleri çoktan yaşarmıştı. "Nil... Abim Nil'i bulmuş."

Parça parça yutkundum.

Utku'nun yüzüne dökülen mutluluk yaşlarına baktım ve acı, hissetlerimi anlatmak için hafif bir kelime olurken hıçkırdım. Utku görmüyormuş gibi yüzüme baktı ve ardından kahkaha atmaya başladı. Beni tutup daha önce yaptığı gibi etrafında döndürürken, "Nil döndü!" Diye mutlulukla bağırdı. Aslında bilse, bunca zaman yaşadığı cehennemin ateşini benim yaktığımı... "Abim Nil'i buldum, dedi. Telefonda konuşamayacağını, derhal gelmemi istedi. Bulunmuş, bebeğim bulunmuş..." beni bıraktı, elimden tuttu. "Hadi, gidelim."

Onun elini bırakıp yalnız başına gönderecektim ki, koridora giren polis memurlarını görüp Utku'nun elini sıktım. Deren çoktan polislere haber vermişti, buradan gitmem gerekiyordu. Polislerin abimin odasının kapısından girdiğini görünce, "Gidelim," diyerek hızlıca, Utku'nun arkasından koştum. Abimin ifadesini alacaklardı, fakat beni bulurlarsa dakikasında yakalanırdım. Abimi ve kendimi kurtarmam için çok çabuk uzaklaşmam gerekiyordu.

Utku, mutluluktan delirmiş şekilde merdivenlere yönelince yüzümü elimle saklayarak basamakları indim. Çok hızlı ilerliyordu, vücudum o kadar fazla yorulmuştu ki onun sırtına çarpıyordum. "Abim hastanedeyiz dedi, inşallah aşkımın bir şeyi yoktur. Yoktur değil mi Karmen? Ya varsa? Yoktur ya... İyidir. Arayıp sesini mi duysam? Ama abim daha fazla konuşamayacağını söyledi. Çok heyecanlandım Karmen, Nil'i görünce bayılmazsam iyi... Tırtılım benim ya..."

Hastane kapısından beraber çıktık ve Utku dönüp arkasına, bana güldükten sonra tekrar caddeye koştu. Buraya ambulansla gelmişlerdi, bu yüzden bir taksi arıyordu. Arkama dönüp polisleri kontrol ettim ama peşimden gelen kimse yoktu. Utku ile gidemezdim, abimin İtalya'dan getirdiği korumayı bulup helikopteri ayarladıktan sonra tekrar hastaneye gelmeliydim.

Bir taksi önümüzde durunca, "Gel," dedi Utku ve arka kapıyı açtı. Eli elimden ayrıldı ve koltuğa yerleşirken ben gerilemeye başladım. Utku koltukta yana kayıp gülümseyerek bana bakınca, "Benim... bir yere gitmem gerekiyor," dedim.

Taksi adresi sorarken Utku kıkırdayarak elini savurdu. "Sonra gidersin, şimdi benimle gel. Nille tanışacaksın, heyecanlı değil misin? Hem abimi dert ediyorsan etme, Nil'i buldu, ne yaptığının farkına varmıştır."

"Yeter," diye bağırdım bir anda, sinirlerim bozulmuş vaziyette. Bana hâlâ bu kadar iyi davranmasına tahammül edemiyordum, kendim kendi kalbimde alçalıyordum. "Gelemem."

Bir daha yüzüne bakamadan arkamı döndüm, koşmaya başladım. Caddenin sonuna dek hiç durmadım. Koruma, hâlâ Şile'deki evin orada olmalıydı. Henüz kimse Şile'deki evi öğrenmeden oraya gidip korumayı bulmalı, helikopteri ayarlamalıydım. Caddenin sonundan dönüp sokakta nefesim kesilmiş şekilde yürüdüm. Bir taksiye de benim ihtiyacım vardı, hem de hemen.

Abim... Onu arkamda bırakmıştım ama başka çarem yoktu. Deren'in beni şikâyet edip etmediğini, şu an aranıp aranmadığımı bilmiyordum.

Taksiyi bulup bindim ve Şile'ye giderken bir anım bile düşünmeden geçmedi. Abimin korumasıyla oradan uzaklaşıp güvenli bir yere geçerdik ve en kısa sürede, polisler yanından ayrılınca abimi almaya giderdim. Salvador ile Dante'yi arayabilirdim ama o zaman ortalığın nasıl karışacağını tahmin dahi edemiyordum. Noah'ı, Deren'den uzak durması için zor tutarken Salvador ve Dante'ye tüm bunları nasıl anlatacaktım?

Şile'ye geldiğimizde ödememi yine kart ile yapıp dışarıya çıktım ve taksi giderken arkamı dönüp uzaklaştım. Temkinli şekilde eve koştum, Deren'in bu evi de bulmuş olmasından şüpheliydim. Eve yaklaşınca bir ağacın arkasından baktım ve abimin korumasının hâlâ orada olduğunu görüp rahatladım. Veranda da dikiliyordu. Oraya doğru koştum ve basamakları çıkarken koruma ile göz göze geldik. Adam bir adım öne çıkarak, "Karmen Hanım?" dediğinde, zar zor verandanın korkuluğuna tutunarak, "Su," diyebildim. "Bana su getir."

Ona uzattığım anahtarı aldı ve derhal içeriye girdi. Yavaşça kayarak yere oturdum ve boynumdaki, alnımdaki teri silerek dudaklarımı yaladım. Koruma geri döndüğünde bardağı alıp suyu kana kana içtim. "Efendim, iyi misiniz?" diye sordu İtalyan'ca.

"Buradan gitmemiz lazım. Sığınabileceğimiz bir yer lazım."

Bardağı alıp bir kenara bıraktıktan sonra söylediklerimi emir olarak kabul ettiğinden derhal baş salladı. "Tabi efendim, fakat abiniz?"

"Onu almaya gideceğiz ama önce gözden kaybolmalıyız." Elimi göğsüme kaydırıp inledim. "Abim Türkiye'ye gelince arabayı nasıl ayarladı? Araba ayarlayan o adamları ara, bizim için bir ev bulsun."

"Nasıl isterseniz."

Bana ceketinin önündeki ipek mendili uzatıp telefonunu çıkardı. Mendili avucumda sıkıp alnımda, yüzümde dolaştırdım ve terimi silip konuşmasını dinledim. Adamla İtalyan'ca konuştu ve birazdan aramayı kapatıp, "Hesabına para istiyor," dedi.

"Ne kadar isterse yolla. İtalya'ya döndüğümüzde sana karşılığını vereceğim."

Uzun yıllardır abilerimin ve benim korumalığını yapan adam başını sallayıp telefonuna dönmek üzereyken duraksadı. "Efendim, bileğiniz?"

Dalgınca bakışlarını yönelttiği bileğime baktım ve parmak izleri olduğunu gördüm, hafif bir morarma ortaya çıkmıştı. Ceketimin ucuyla orayı kapatıp, "Bir sorun yok," dedim.

Laflarımızın tekrarlanmaya ve üstelenmeye ihtiyacı olmadığını bildiği için geri çekilip telefonla ilgilendi. Kolumu kendime doğru çekip morluğu bir daha açtım. Deren normal haliyle bile çok güçlüyken öfkeli halinin ortaya çıktığı anlarda korkutucu olabiliyordu. Ama hiç fark etmemiştim bileğimde bir morluk oluşturduğunu. 

"Yola çıkabiliriz," diyen korumama kulak verdim ve doğrulup eve girdim. Son kez etrafıma, günlerimi geçirdiğin yazlığa baktım. Nille burada çok vakit geçirmiştik, çok kez birbirimize gülümseyip ağlamıştık. Bir daha buraya dönmeyecektim, hiçbirimiz dönmeyecektik.

Omuzlarımı düşürüp evden çıktım ve kapıyı kilitleyip anahtarımı yanımda götürdüm. Eşyalarımızı aldığımız araba Deren'in beni çağırdığı depoda kalmıştı ama oraya polis baskın yapmış olabilirdi, bu yüzden gidemiyorduk. Korumamız Armani ile yola doğru yürümeye başladığımızda gücümü sonuna kadar zorladığım dakikalardaydım. Beni beklemesini istediğim taksiye yaklaşırken Armani yürümeme eşlik etmek adına elini belime koydu, ben de nezaketine ses çıkarmadan hızlandım. Ayaklarım sürekli toprakta kayıyor haldeydi, saatlerdir ara vermeden yürüyor ve kaçıyordum.

Yola çıktığımda taksinin hâlâ orada olduğunu görüp Armani ile atladık. İkimiz de arka koltuğu paylaşırken ondan gideceğimiz evin adresini istedim; telefonu çıkarıp adamın attığı adresi gösterince şoföre ilettim. Daha sonra elimdeki telefonun rehberine girdim, Noah'ı aradım. Ona ulaşmam gerekiyordu, polislerin durumunu sorup öyle göre almaya gidecektim. Aramam sonucunda telefonun kapalı olduğunu görüp telaşla saçlarımı çekiştirdim. 

"Karmen, sorun nedir?" dedi Armani.

Korumalar nadiren ismimi kullanırdı, uzun süre bizimle beraber olanlar. Bu yüzden sorun görmeden, "İtalya'ya dönmeliyim," dedim. "Fakat abim yaralandı, hastanede.

"Nasıl olur? Neyi var? Efendim, yapabileceğim bir şey..."

"Abimden arama beklemeliyiz," dedim daha fazla detay vermeden.

Armani lafımın üstüne bir şey eklemeden başını sallayıp arkaya yaslanınca cüzdanımı çıkarıp iki kimliğime de baktım. Bunlardan kurtulman gerekiyordu, özellikle Leila kimliğinden. Çünkü onunla yakalanırsam bir zamanlar sinir hastalıkları hastanesinde yattığım açığa çıkardı, bu da beni tekrar oraya kapatmalarını sağlardı. Hayır, buna asla izin veremezdim. Hapishaneye bile girerdim ama bana her gün kızımı unutturmak için ilaç verdikleri o yere giremezdim.

Taksi yolculuğumuz bir süre sonra dağınık yerleşmiş bir semtin içinden geçip gözden uzak bir yerde sona erdi. Bahçesi hiç bakım yapılmamış gibi görünen, badanası eskimiş iki katlı bir villaydı ama çok eski senelerde yapıldığı aşikârdı. Taksiden inip eve yürürken Armani benim için etrafımızı kontrol etti. "Takip edilmiyorduk, merak etmeyin."

Armani evin posta kutusunda olan anahtarı aldı ve benim kapıyı açtı. Karanlık evin içine adım atarken, "Taksinin uğradığı benzinlikteki adam bana baktı, fark ettin mi?" diye sordum.

"Başka sebepten bakmış olabilir efendim."

Ahşap zeminde yürürken çıkan ses yüz buruşturdum, bu evde bir fare bile yaşıyor olabilirdi. Salona girdiğimde beni geniş, döşenmiş bir ev karşıladı. Etraf tozluydu ve eşyalar eskiydi. Armani bir süre duvarda ışıkları aradı ve sonra düğmeyi kaldırmasına rağmen ışık açılmadı. "Ampul patlamış sanırım."

"Sorun yok," diyerek kendimi tekli koltuğa bırakıp dirseklerimi dizlerime yasladım. 

Armani evin camlarına ilerleyerek perdeleri kapattıktan sonra orta sehpada duran tabağın içindeki kullanılmış mumu aldı. Yakıp sehpanın ortasına bıraktığında gözlerimin önü de etrafımda aydınlandı. Aklıma üflediğin son mum gelince kirpiğim ıslandı ve mumun alevi gözbebeklerimde titredi, buğulandı. 

"Aç mısınız?"

"Hayır."

Parmaklarımın uçlarını saçlarımın yıpranmış uçlarında dolaştırarak çekiştirirken içimde sayısız buz kırılıyormuş gibi hissediyordum. Dahası, o buzların sıcaklıktan kırıldığını. Hem buzu hem alevi hissediyordum.

Armani'ye döndüm ve o koltukta oturmuş, kravatının kumaşıyla uğraşırken, "Televizyonu aç," dedim.

Doğrulup sehpadaki kumandaydı aldı, televizyonu açıp kanallar arasında dolaşmaya başladı. Haber kanallarına geldiğini görünce durmasını söyleyip sabırsızca ekranda gezdirdim gözlerimi. Kendimle ilgili bir haber bekliyordum, Deren çoktan polise benim kaçırdığımı söylemiş olmalıydı. Tırnağımı kemirmeye başlayıp kalktım ve kumandayı Armani'den alıp hızla kanalı değiştirdim. Başka bir haber kanalından sonra bir başkasına geçtim ve o sırada gözlerim kendi fotoğrafımla karşılaştığında kumanda elimden düştü. Kameraya yakalanmış, yüzümün olduğu kalitesi düşük fotoğrafa bakarken kafamdan bir iğne geçip zihnimi delik deşik etmeye başlamış gibi hissediyordum.

"Karmen?" dedi Armani, benim gördüklerimi görerek. "Spiker ne diyor? Anlamıyorum?"

"Aranıyorum," diye fısıldadım.

Korumamız derhal yanıma koştu ve kollarımda tutup kaldırmaya çalışırken, "Helikopter için adamlarla iletişime geçebilirim," dedi.

"Abimi almadan gidemem," derken gözlerim ekrandaki fotoğrafıma kilitlenmişti. Mum ve ekranın ışığı solgun, donuk yüzüme yansıyordu. Spikerin söyledikleri doğrudan zihnime temas ediyormuş gibi acı çektiriyordu bana. Ünlü gazeteci Edip Akşın'ın torunu bugün öğle saatlerinde bulundu. Gündeme bomba gibi düşen haber sonrasında Edip Akşın'ın bir hastaneye girdiği görüldü. Organ kaçakçısı tarafından kaçırıldığı düşünülen küçük kızın mafya örgütleri tarafından kaçırıldığı iddia ediliyor. Karmen adıyla bilinen İtalyan mafya üyesinin arandığı da emniyetten gelen haberlerden birisi..."

Beni, yakalanmam için polislere ihbar etmişti.

Beni dinlemek, anlamak niyetinde değildi. Bana neden yaptığımı bile sormayacaktı.

Bunlar teferruattı, Deren sadece sonuçla ilgilenecekti. Canımı ne kadar yakabileceğiyle.

"Efendim, sorun ciddi mi? Salvador Bey'i arayayım mı?"

Salvador ile Dante gelirse Noah ve benim buradan ayrılmamız daha kolay olurdu ama o zaman... burası bir cehenneme dönüşürdü. Çıkabilecek savaşı tahmin dahi edemiyordum. Deren bu kadar kontrolsüz bir öfke ateşindeyken, abimler benim için her şeyi yapabilecekken...

"Noah'ı bir daha ara," dedim. Ya polisler Noah'ı aldıysa ya abimi emniyete götürmüşlerse? 

Armani, isteğim üzerine abimi aradı fakat araması yanıt bulmadı. Sinirle çığlık atıp ayaklarım üzerine kalktım ve sabırsızca evin içinde dolaşmaya başladım. "Abimi polislerle bıraktım, ona da ihanet ettim, herkese ihanet ediyorum..."

"Efendim, kendinize gelin. Abiniz bu durumdan çıkamayacak birisi mi? Eminim bize ulaşmanın yolunu bulacaktır."

Cama yaklaşıp perdeyi biraz araladım ve etrafa baktım. Sokaktan geçen kimse yoktu ya da ben göremiyordum. Evime çoktan ulaşmış olmalılardı, Deren evimin olduğu yeri biliyordu sonuçta. Köşeye sıkıştırılıyordum, çok az vaktim vardı; bir an önce Noahla iletişim kurmalıydım.

Koltuğa geçip oturduktan sonra bacaklarımı yukarıya kaldırıp kendime çektim. Karina'da bana küstüğünde, yüzünü saklamak istediğinde hep bu pozisyonda oturup yüzünü kucağına gömerdi. Onun kalbini tekrar bana ısındırmak için hiç yapmayacağım komiklikte şeyler yapardım. Bunları düşünürken kollarım bacaklarımın etrafına dolandı. Gözlerim sürekli halde kırpışıyordu. Her yerde aranıyordum, kafamı çıkardığım an yakalanabilirdim.

Önce dakikalar, ardından saatler geçmeye başladı. Kendimi olduğum yerden kaldıramadan ekrandaki fotoğrafıma bakarken, Armani tekrardan televizyonu kapatmaya yeltendi ama ilkinde olduğu gibi yine onu, "Kapatma," diyerek durdurdum.

Ekrandaki fotoğrafım bugüne aitti. Polonezköy'de taksi durağındaki kameraya yansımıştı. O taksici beni hastaneye bıraktığını söyleyebilirdi, oradan Utku'da beni gördüğünü. Sonra izimi takip ederlerdi. Elim saçlarımın uçlarında dolaşırken bir tıkırtı sesi duyup sıçradım ve Armani ile göz göze geldiğimde kalkıp cama koştu, tülü açıp dışarıya bakınca da homurdandı. "Lanet kedi."

Ancak ufacık bir rahatlamayla önüme dönüp ekrandaki resmime bakmaya devam ettim. Suratım asık, sert ve yorgun görünüyordum. Gerçekten bir suçluya benziyordum. Öyleydim de ama... haberler, Nil'e acımasız davrandığımı, küçük kızın hâlâ hastanede olduğunu söylüyordu. Yemin ediyorum bu yalandı ve Edip Akşın yapıyordu.

Nil'e asla kötü davranmamıştım.

Kimse bunu kanıtlayamazdı.

Sağlık raporunda hiçbir şey çıkmayacaktı.

Deren... Onun sağlıklı olduğunu görecekti.

Armani, "Efendim, biraz uyusanız?" dediğinde gece olmuştu ve haberlerde hâlâ benim yüzüm vardı, üstelik hemen hemen her kanalda. Cani gibi gösteriliyordum, bir canavar gibi. Kimseye gerçekleri anlatamıyordum, Deren beni dinlemiyordu, onlara söyleyemiyordum. Üstelik Feda'nın ne kadar konuştuğunu ne anlattığını da bilmiyordum.

Deren'e Karina'dan bahsetmiş midir?

Koltukta yan dönüp kıvrıldım ve vücudumun her yerine ateş basarken ekranda Deren'i görmeyi bekledim. Gözlerimi bile kırpmıyordum onu görebilmek için. Belki onun da Nille bir görüntüsü ekrana yansırdı. Ya da Nalan? O kızıyla kavuşmuş muydu? Kimse bana inanmazdı ama bir annenin kızıyla kavuşmasını en çok ben isterdim.

Gece yarısı olduğunu haber kanalının köşesinde yazan rakamdan anladım ve üzerime bir şey örtülürken midemden vücuduma yayılan ağrıyı hissettim. Hâlâ terliyor ama titriyordum. Bu kadar koşuşturmaca, açlık ve stresin sonucunda kendime istemsizce teşhis koyuyordum. Hastalanıyordum. Ateşim çıkacaktı.

"Abim hâlâ aramadı değil mi?" diye sordum.

"Maalesef yanıt alamıyorum."

Cevabın üzerinden sonra ne kadar vakit geçti bilmiyorum ama gözlerim kapalı kaldı, ardından açıldı. Bu birkaç kez böyle yaşandı. Kulağımda yankılanan hayal mi gerçek mi anlamadığım kelimeler vardı. Birisi sürekli benden nefret ettiğini söylüyordu, sesi çok tanıdıktı. Yüzüme basan sıcaklık dayanılmaz olduğunda gözlerimi bir daha açıp üzerimdeki ceketi fırlattım. Koltukta doğrulurken de Armani'nin elinde çalan telefonu görüp titreyerek kalktım. O da derhal fırlayıp telefonu, "Noah Bey?" diyerek açtığında gözlerim kocaman oldu. "Efendim, iyi misiniz?"

Uzanıp telefonu elinden hızlıca aldım ve kulağıma götürüp, "Abi," dedim coşkuyla. "Abi nasılsın? Neredesin?"

"İyiyim," dedi, sert nefesler alırken. "Ortadan bir anda kayboldun, seni beklerken doktorlar tekrar uyuşturmuş. Kendime gelince aramalarınızı gördüm, neredesiniz?"

Biraz rahatladım, demek polisler henüz abimi almamıştı. Deren söylememiş olabilirdi ya da polisler kimlikle giriş yapmadığı için onu bulamamışlardır. Hıçkırıp etrafımda dönerken, "Bu numaraya konum atacağım," dedim. "Abi lütfen dikkat et. Çabuk ol, hemen gidelim."

"Karmen, ağlamayı kes," dedi boğuk sesiyle. "N'oluyor sana böyle? Kendine gel, kim olduğunu unutmuşsun sen!" Bağırdığını fark ettiğinde ses tonunu alçalttı. "Hazırlan, helikopteri kullanan adamı arayacağım."

Abimden böyle bir karşılık alınca ne kadar zayıf olduğumu, eski Karmenle ne kadar ayrıştığımızı fark edip yumruğumu sıktım. "Dikkat et," diyerek telefonu Armani'ye uzattım ve koltuğun köşesine çöktüm.

Armani biraz konuştuktan sonra aramayı kapatıp omzuma dokundu. "Birkaç saat içinde İstanbul'dan ayrılacağız. Polislerden defalarca kaçtık, bu ne ki?"

Aciz, çaresiz, cani hissediyordum.

Bir daha kalkıp salondan çıktım ve koridorda bulduğum düğmeyi açıp ışığı yaktım. Biraz banyoyu aradım ve içeriye girip lavaboya yürüdüm. Etrafın nasıl olduğuna bile bakmadan suyu açtım, yüzümü yıkamaya başladım. Kafamı kaldırdığımda aynada yansımamı gördüm. Çirkin ve zayıf görünüyordum. Saçlarım hele, gerçekten kötü görünüyordu. Yıpranmışlıklarına bakarak bir daha eğildim, yüzümü ve boynumu yıkayıp çıktım. Oturma odasına geçip ilerlerken, gözüm televizyon ekranına kaydı ve ayaklarım olduğu yerde kaldı.

Ekranda Deren ile Nil'in fotoğrafı vardı. Hastaneye girerken çekildiği belli olan, yüzlerinin çok görünmediği bir fotoğraftı. Nil Deren'in göğsündeydi ve Deren onu sıkıca sarmış, arkasında birkaç polisle beraber hastaneye giriyordu. Gündüz çekilmişti, kızıyla beraberdi. Deren, Nalan, Nil. Artık böyle olacaktı.

Televizyon ekranına iyice yaklaşarak parmaklarımı Deren'in yüzüne koydum.

Yüzüne bir huzur gelmişti. Kızına kavuştuğu için huzurluydu.

Bir tıklama sesi duyunca geriye çıkıp arkamı döndüm. Odadan koşarak çıkarken Armani arkamdan geliyordu. Koridorda bir saniye bile durmadan sokak kapısını, "Noah," diyerek açtım ve aniden suratımın önünde bulduğum silahla nefesimi tuttum. Vücudum geriledi ve karşımdaki adam içeriye girerken arkamda da bir hareketlilik hissedildi. Armani bana doğru koşarken kurşun silahtan çıkıp karşımdaki adamın omzuna çarptı ve adam karşıma yıkılırken, onun arkasındaki çıkıp silahı Armani'ye doğrulttu. "Armani!" Diye bağırarak karşımdaki adamın silah tutan ellerini itmeye çalıştım ama silahı sıkıp beni de elinin tersiyle itti. 

Arkadaki kapıya doğru düştüm ve ellerim kapıya yaslanırken kafam Armani'ye döndü. Kocaman açılan gözlerime onun yere düşmüş bedeni çarpınca vücudum tamamıyla yere çöktü. Kalbinden sızıp gömleğini kaplayan kana doğru bakarken ağzımdan bir çığlık çıktı onu vuran adam içeriye girip Armani'nin yanına doğru yürüdü. Ona eğilip nabzına baktı ve ardından omzunun üstünden kapıya döndü. "Ölmüş."

"Orospu çocuğu," diye bağırdım ona ve kafamı çevirip bakışlarını takip ettim. Edip Akşın, yanında iki adamla daha orada dikilmiş, bana bakıyordu. Ağzımı açık bırakan şaşkınlık sırasında birbirimize doğru baktık. Beni bulduğuna inanamamak biraz daha savunmasızlaştırdı ve hiçliğin ortasında yalnız kalmış gibi hissedip bir daha Armani'ye baktım. Vücudu çarpık şekilde düşmüştü ve kanlar ahşap parkelere sıçramıştı. "Özür dilerim," dedim yanına doğru ilerlerken. "Armani, beni affet."

Ellerim onun kanla kaplı kalbine değdiği an saçlarımın arkasında güçlü bir çekiş hissedip öfkeyle bağırdım. Başım arkaya yatarken gözlerim de tepemdeki Edip'i buldu. Hafifçe eğilmiş, saçlarımı kavramışken, "Kaçabileceğini mi sandın?" diye bağırdı tükürükler saçarak. İri, geniş vücudu ve kinlenmiş gözleriyle bir düşman gibi görünüyordu. "Hayatımıza ifade vererek girip Derenle beraber olman o kadar manidardı ki... Hep sezmiştim sende bir şeyler olduğunu."

Haksız olsam da bana asla böyle davranamazdı, bize ait bir korumayı vuramazdı. "Benim korumamı nasıl öldürürsün?" diye çığlık attım. "Seni sırf bu yüzden öldüreceğim Edip." 

Gözlerine bakılırsa o da beni öldürmeyi istiyordu. Sanırım ki bu yüzden sonraki hamleyi tahmin etmeliydim ama elinin tersiyle savurduğu tokat beni yere düşürdüğünde çok savunmasız yakalandım. Tenim içeriden sızladı ve tokadın çarpma sesi kulağımda bir yankı oluşturdu. Gürlemekten farksızca, "Torunumu kaçırdın, kızıma acılar çektirdin," dedi. "Dünya üzerindeki hiçbir şey seni benim elimden alamayacak."

Daha abilerimi tanımıyordu.

Ellerimi kanlı parkeye yaslayarak vücudumu doğrultmaya çalıştığımda belimin sol tarafından gelen tekmeyi hissedip tekrar yüz üstü kapaklandım ve çenem yere çarparken, Edip Akşın beni saçlarımdan bir daha kavradı. "Bu gece öleceksin."

Senin ellerindense Deren'in ellerinden ölmeyi yeğlerim.

Karanlık bir sesle, "Beni nasıl buldun?" diye sordum.

"Ancak bir salak tüm ülkede aranırken taksi kullanır." Saçlarımdan çekip dizlerim üstüne duracağım şekilde doğrulttu ve gözlerimin içine intiham ateşiyle baktı. Ölüm soğuksa ben neden bu kadar sıcak hissediyordum? "Aptal, bulunamayacağını mı sandın?"

O beni bulduysa Deren nasıl bulamamıştı?

Belki de Deren'in haberi vardı? Beni Edip Akşın'ın merhametine bırakmıştı.

Kendisi kızının yanından ayrılamazdı.

"Saçlarımı bırak," diyerek dizlerimin üstünden doğrulmaya çalıştım ve aynı sırada Edip Akşın'ın korumasına attığı bakışla beraber etrafım sarıldı. Adam ayaklarımı yerden tutup beni kaldırınca, bildiğim dövüş tekniklerini üzerinde kullanmaya çalıştım ama vücudum artık iflas ediyordu, çok fazla yorgundum. 

"Arabaya götür," dedi Edip Akşın ve adam beni kapıdan çıkarırken, ayaklarımı yere sürerek olabildiğince burada oyalanmaya çalıştım. Noah her an gelebilirdi, onlarla savaşmam lazımdı. Bu yüzden, "Bırak," diye bağırıp kollarımı Edip'e uzattım, ona saldırmaya çalıştım. "Siktir olup Nil'in yanına git, beni bırak orospu çocu..."

"Torunumu o ağzına alma!" Dediği gibi bileklerimi tutup tersine çevirdi ve benim gücüm çekilirken, yüzüme doğru yaklaşıp dişlerini gösterdi. "Bu gece ölüp kızıma ve torunuma çektirdiğin tüm acıların hesabını ödeyeceksin."

Bileklerimi bıraktığında, arkamdaki adam beni daha güçlü sürükledi ve başım istemsiz olarak omzumun arkasında kaldı. Armani'nin kanlı vücudunu parkelerde terk ederken kendi kalbime kurşun sıkmışım gibi hissediyordum. Sekiz yıllık korumamız olan adam, benim yüzümden, sorumsuzluklarım ve hatalarım yüzünden bir anda ölmüştü. Bizim için öleceğini biliyordum ama benim kişisel sorunum yüzünden kalbi kanla boyanmıştı.

Vücudum, Edip'in arabasının arka koltuğuna yerleştiğinde parmaklarımı kaldırarak uçlarına değen kan damlalarına baktım. Armani benim sadakatsizliğimin, kişiliksizliğimin, ihanetimin bedelini kendi sadakati ve kalbiyle ödemişti.

Bir çığlık attım ve bu kendi kulağıma siren sesi gibi gelirken, karşımdaki koltuğa yerleşmiş Edip Akşın suratımı tutup kendisine çekti. Önce ellerimdeki kana, sonra da yüzüme alaycı bir gülüşle baktı. "Herkes arkandan bir canavar olduğunu söylemeye başladı. Çocuk kaçıran, ona eziyet eden bir canavar."

Kanlı ellerimle onun gömleğini tutup boğazına kadar sıkarken, "Nil'e eziyet etmedim," dedim tane tane.

Omuz silkti. "Sağlık raporu öyle söylemeyecek."

"İmkânsız, sağlık raporunda hiçbir sor..." sorun çıkacaktı, o çıkartacaktı. Nil'e zarar vermiş olduğumu gösteren belgeler çıkmasını sağlayacak, beni kamuoyunda yerin dibine batırdığı gibi Deren'in gözünde de... "Hayır," dedim Deren'i düşününce. "Doktor kontrolünde Nil'e hiçbir zarar vermediğim öğrenilecek, benim onu kaçırma niyetim incitmek değildi."

Beni tekrar bırakıp koltuğa doğru itince ellerim kucağıma düştü ve başım dönmeye devam etti. Kanları şortuma doğru silerek isterik şekilde hıçkırdım. Edip Deren'den hoşlanmıyordu, sırf onu acıtmak, nasıl yanlış bir kadınla olduğunu göstermek için o raporu alırdı. 

"O Deren'de görmüş olacak güvendiği kadının kızına neler yaptığını. Aptal herif, bir çocuk gibi kandı, inandı. Kızı seninleyken, gözünün önündeyken fark edemedi." Sinirli sinirli gülerek koltuğunda gerindi. "Herkes arkasından gülecek, alay edecek. Şunca yıllık korumalık, tetikçilik yapan adamın haline bak... Güler misin ağlar mısın..."

Dişlerimi sıkarak yüzüne doğru baktım.

Camdan dışarıya bakıp kendi kendine, "Bir daha bana iki laf etmeye yüzü kalmadı," dedi. Dudağında çarpık bir gülüş oluştu. "Öyle kibirli kibirli konuşamayacak, kızının yüzüne utanmadan bakamayacak. Babaymış, ne babası be? Gözlerinin önünde tonla iş çevrilmiş de görememiş, bir de seni savunmuştu bize..."

Deren'i benimle ilgili o kadar fazla şeyden pişman ediyordum ki, biri affedilse diğeri affedilmezdi.

"Piç," dedim dişlerim arasından ve o sırada yanındaki adamın, "Edip Bey," dediğini duydum telefonuna bakarak. "Nalan Hanım hastanede sinir krizi geçirmiş."

Edip'in gözleri yanındaki adama kayarken huzursuzlaştı ve bir de bana baktıktan sonra, "Hastaneye sürün," dedi. "Kızımı göreyim, ondan sonra devam ederiz."

Araba yoldan sapınca bir ümit kurtulacağımı düşündüm. Belki hastanede kurtulmanın, arabadan inmenin yolunu bulurdum. Nalan... Acaba öğrendiği için mi sinir krizi geçirmişti? Olabilirdi, ya Nil'i görmüş müydü?

Araba durduğunda hastaneye ulaştığını anladım ama Edip Akşın indiği an kapıları kilitlediler. Camlardan dışarıya bakınca burada gazetecilerin olduğunu gördüm, Edip'i de görüyorlardı. Bir şeyler yapma, kaçma ihtiyacıyla korumaları gözetledim ama gözlerini benden ayırmıyorlardı. Tetiktelerdi ve silahları vardı. Ayrıca her yerde gazeteci vardı, kaçsam nereye gidecektim ki?

Birazdan dışarıdaki koşuşturmacayı fark edince Edip Akşın'ın geldiğini anladım ve araba kapısını açınca, kimse beni görmeden tekrar kapattı. Ve saniyeler içinde uzaklaşmaya başladığımızda yumruklarımın içleri sıkmaktan acıyordu. Karşımdan öfkeyle bana bakarak, "Kızıma yaşattıklarının hesabını vereceksin," dedi.

"Ama sana değil," dedim.

Bir bildiği varmış gibi yavaş yavaş başını sallayıp camdan dışarıya döndü. Araba uzaklaştıkça gazeteciler ve hastane arkada kalmıştı. Beni nereye götürdüğünü
ve niyetini anlamak için camdan dışarıya baktım. Aynı anda duyduğum gök gürültüsü etrafı aydınlatınca tanıdık bir sokaktan geçtiğimizi gördüm. Camı biraz indirip iyice baktım ve daha iki gün önce mezarlığa yaklaştığımızdan emin olarak Edip'e baktım. Kısık gözleri nefret saçıyordu. "Neden buraya geldik?"

"Mezarlıkta ölürsen daha kolay gömülürsün," dedi.

Tamam, mezarlıkta ölmem için beni buraya getirmişti. Fakat... aynı mezarlık olması tuhaf değil miydi? Araba durduğunda ve korumlar açık kapıdan inince dalgın dalgın ilerime baktım. Korumaların ikisi birden koluma girip beni çekiştirmeye başladığında, karanlıktaki mezarlıklara bakarak ezbere bildiğim yolu ilerledim. Edip Akşın iki adım kadar önümüzden ilerlerken, "Öldür, bırak işte," dedim korkmaya başlayarak.

Neden... Neden Karina'nın mezarına yaklaşıyorduk?

"Önce kızını öldüreceğim," diyerek arkasını dönüp bana baktığında, vücudum kaskatı kaldı, ilerleyemedi. Bunun üzerine Edip Akşın bana yaklaşıp gece karanlığında yüzüme baktı ve bir şimşek çakarken, kolumdan tutup yanında durduğumuz mezarın üstüne savurdu. Bağırıp çığlık attım ve ellerimin değdiği nemli toprağa bakarken, saçlarım yüzümün iki yanına düştü. Gözlerimi biraz yukarıya kaldırdım ve mezar taşında yazan Leylan ismini görünce düşmanımın karşısında en savunmasız halinde kaldım. Burası Karina'nın mezarıydı. Fakat diğer kimliğinde benim adımın Leila olduğu gibi onun adı da Leylan'dı. Onu o zaman, ben kendimde olmadığım için sahte kimlik bilgileriyle gömmüşlerdi. "Ama pardon, senin kızın zaten ölmüş."

Nasıl... öğrenmişti? Bu kadar kısa sürede nasıl olurdu? Ruhum çıplak kalmış, acılarım gözler önüne serilmiş hissederek başımı arkaya çevirdim. Edip'in intikam ateşiyle parlayıp geceye soluk getiren gözlerine hiçbir şey saklayamadan bakarken, "Ne yapmaya çalışıyorsun?" diye sordum. 

Gözlerini kızımın mezarında dolaştırınca kollarımı mezarının etrafına dolayarak onu korumak istedim; ölmüş olsa bile.

"Senin fotoğrafların haberlere servis edilmeye başlanınca telefonum bir türlü susmadı," dedi, hafif yağmur damlaları tenime inmeye başladığı sırada. "Herkes geçmiş olsun demek için arıyordu ama bunların içinde birisi vardı ki, beni farklı sebepten aramış. Ahbaplarımdan olur kendisi, bir cerrah, uzun yıllardır hastanede müdür... O arayınca açtım, geçmiş olsun diyeceğini sandım ama bana çok ilginç şeyler söyledi."

Hikâyenin devamı kafamda birleşirken, yağmurdan ürkerek Karina'nın mezarına tutundum. 

"Meğer seni tanıyormuş, müdürü olduğu hastanede yatmışsın haftalarca. Bir de demez mi kızı var, ölmüş, zaten o yüzden orada yatmış..." gözlerini bir daha bana çevirirken, elini yanındaki korumasına uzattı. Adam silahını ona verdi. "Bir iki kez kaçmayı da başarmış, mezarına, buraya kadar gelmişsin hatta. Ben tabi, sana bir üzüldüm... Dedim madem kızını bu kadar seviyor, yanından ayrılamıyor, ben de Karmen'i oraya götüreyim."

Yağmur, bir şimşek çakmasının ardından hızlanıp sıcak tenimi ıslatırken, gözlerimin önünden kurşun hızında görüntüler geçiyordu. Karina'mın mezarını bulmuş olmasından o kadar rahatsızdım ki, sanki onu yeniden koruyamamış gibi hissediyordum. "Deren... Onun haberi oldu mu?"

Bunun hakkında çoktan keskin bir karara varmış gibi kafasını salladı. "Olmadı, olmayacak. Görünen o ki sana karşı zayıflığı var, bir de bunu öğrenip sana acımasını istemedim."

Bana Deren değil, kimse acıyamazdı. Hiç kimse beni Karina ile vuramazdı, onu kullanamazdı. Bedeni acı çekerek ölmüşken ruhunu kimse huzursuz edemezdi. Yumruklarımı sıkarak ayağa kalktım ve onun mezarını arkama alarak, "Kızımdan bahsetme," dedim delirmiş durumda.

"Torunuma karşılık kızın."

Güçsüzce sallanan vücuduma, ardından başını eğip kızımın mezarına bakınca üstüne atlamak için hiç beklememeyi düşündüm. Fakat aniden silahını kaldırıp Karina'nın küçücük mezarına ateşlediğinde yağan yağmurun altında bir çığlık atarak dizlerimin üzerine düştüm. Ateşlenen silahın is kokusu toprak kokusuyla karışırken ellerimi saçlarım arasına geçirerek ikinci çığlığımı attım. Toprağa düşen kurşunu görünce bunun gerçekliğine dayanamayıp elimi hızla gözüme indirdim ve kafamı iki yanıma sallarken, saçlarımın arkasında tekrar acı hissettim. Kızımın mezarına kurşun sıkan Edip, yüzüme doğru bakıp bir şeyler söyledi ama kendi çığlığımdan onun sesini duyamıyordum.

"... bu kadar çığlık atma, zaten ölmüş."

Kızımın canı tekrardan acımış, kızım tekrardan ölmüş gibi hissederek delirirken ellerimi yüzüme vurup bağırdım ve gözlerim, kafam arkaya yattığı için Edip'in gözleriyle birleşince kapkaranlık bir hisle sarındım. Onu öldüreceğime yemin ettim. Bunu düşünürken bile acıdan çığlık attım ve silahın tekrar kaldırdığını görünce, "Yapma," diye bağırıp kendimi Karina'mın mezarına attım. Ufak mezarını kendi vücudumla kapatıp kollarımı toprağa sardım. Yal... yalvarırım yapma."

"Madem yalvaracaktın, torunumu neden kaçırdın?" diye karşılık vererek beni yerden kaldırmaya çalıştı ama kızımı korumak için mezarının üstünde çırpındım. "Benim torunumun ki can değil miydi orospu!"

"O... onu zaten kaybettim," diye bağırdım. Kalbimde çoktan fırtına kopmuştu ve kalp atışlarım fırtınadaki gök gürültüleri olmuştu. "O zaten... ölü. Neden yapıyorsun? Senin hiç mi vicdanın yok, onun mezarına nasıl kurşun sıkabilirsin? Lütfen bırak, onun ruhu zaten çok huzursuz..."

Beni bir daha çekince tutunmaya çalıştım ama ellerim ıslak toprakta kaydı. Tırnaklarımın arasına çamur girerken, Edip Akşın beni ayaklarının önüne atarak yüzümü kendisine çevirdi. Onun aşağısında diz çökmüş pozisyondayken ellerim hâlâ arkamda, korumak için Karina'nın mezarını tutmaya çalışıyordu. "Silahımdaki tüm kurşunu kızına sıkabilirim."

Boğuk nefesim burnumdan ve ağzımdan aynı anda çıkarken, onun ayaklarının önüne kendi rızamla yaklaşıp, "Hayır," dedim. Gülümsemeye çalışarak ellerimi çenemin altında birleştirirken, yüzüme düşmüş ıslak saçlarımı hızlıca ittim. Hıçkırmaktan konuşamayınca derin nefes aldım. "Sana yalvarıyorum yapma! Yalvarıyorum uzak dur kızımdan! Ruhunu rahatsız etme, mezarına kurşun sıkma."

Başını ağır ağır sallayıp havada tuttuğu elini indirdi ve yağmur damlaları yüzünden akarken, "Al," diyerek silahı bana doğrulttu. Kalbimi, kızımı korumayı düşünerek elimi silahına uzattım ama silahı bana bırakmadan, benimle tutarak tek kaşını kaldırdı. "Kızına kurşun sıkmamı istemiyorsan kendini öldür."

Yaptılar... Beni öldürdüler, ben de kendimi öldürdüm... Ama bu gece yine öldüm, belli ki nefes aldıkça ölmeye devam edecektim.

Bir elim toprağı sıkarken, diğeri Edip'in elinden silahı aldı. Ağır metale bakarak omuzlarımı düşürdüm ve Edip Akşın geriye çekilince, omzumun üstünden dönüp kızıma baktım. Ona bunun yapılmasındansa ölmeyi tercih ederdim. Zaten... hep ölmeyi istemiştim. Tamam intikam da istemiştim ama madem işler buraya gelmişti, abimler benim için intikam alırdı.

"Ben öldükten sonra gideceksiniz buradan," dedim ve elimdeki silahı kendime çevirdim.

Edip Akşın kızımın mezarına bakıp bana döndü. "Sen öldükten sonra kızının mezarına neden kurşun sıkayım? Niyetim bedelini ödemendi."

Islanmış, kötü saçlarım yüzüme doğru yapışırken Edip Akşın'ın gözlerine baktım ve abilerimin onu da öldürmesini dileyerek başımı salladım. Kabul ettiğimden emin olduğunda gözlerini bir rahatlama ele geçirdi ve gök gürlerken, kalbimde kıyamet gerçekleşti. Kalbim Karina'ma kavuşmanın o eskimiş özlemi tazelenince gülümsedim ve son bir şey söylemek için Edip'e baktım. "Derya... Nil'e kötü davranıyor."

Ve sonra silahın namlusunu kalbime yaslayıp parmağımı tetiğe yerleştirdim.

BÖLÜM SONU.